Amasya İtimat

GELDİ TEKRAR ANLATTI…

0
1087
Enver Seyhan
(Eski Yazılar)
Doğru eğri geldi, oturdu anlattı; dinledim, yazdım. İki sene sonra geldi beni yine buldu. Sükunetle tekrar dinledim. Oysa kendi memleketimden yazmak istiyordum. Birkaç gündür Erbaa kazasına tabi Zuday köyünden 1914 yılında askere alınan 332 kişide takıldım kaldım. Akıbetleri belli de şehit veya gazi, anmak ve yazmak lazım geldiğini düşündüm. Burada bırakayım bari, sonraki günlerde aklıma gelirse bakarım artık!..
ES
Eylül 2024
DEDİKODU
“Dedim kalem nedir DEDİ kaşımdır”
Bir gece çağırdılar topladılar. Şehirde o zaman üç mahallede birer camii vardı. Bir de galiba mahpushane tarafında küçük bir mescit. Öyle sanıyorum. Bugün mahpushane yok. Şehirde ufak tefek suçlardan dolayı üç beş gün ceza çekecekler için bile mahpushane yok. Büyük şehirlere taşıdılar.
Dedi!..
Tepenin altındaki camiye götürdüler. İçimizden birkaç kişiye aşır okuttular. Yoksa mevlüt mü okundu o gece; unuttum. Doğal olarak unuttum; aradan kırk sene geldi geçti. Yatsı namazından sonra bizi salmadılar. Hocalardan biri mihraba oturdu ve Mülk Suresi’ni okumaya başladı. Ne yaptıklarından haberim yok. Duyardım; bazı görmüş geçirmiş adamların “hu çekmek” dedikleri bu olsa gerekti. Tarikat mensupları toplanıyorlar, okuyorlar ve zikrediyorlar; zikir meclisi yani. Zaman geçtikçe içimizden bazı arkadaşlar bağırmaya başladılar. Buna anlam veremedim. Cezbe hali diyorlar da; hepsini tanıdığım bu arkadaşlar içinde öyle dünya ve ahiret hayatına dair olmak üzere şuurlu olan kimseyi tanımadım. “Şuurlu” dediğim de ağır başlı, vakur, masivadan el çekmiş, dünyayı boş vermiş, yoksulu yetimi gözeten, düşeni kaldıran, dertliye derman olan, huyu suyu güzel, hali ahvali özel bir kimse. Ben ne yapıyorsam onlar da aynısını yapıyorlar ve yaşıyorlardı. Delikanlı çağında fazlası ne arasın köylü işçi çoban veya çiftçi çocuğunda. Hepsi bildiğim taşra insanı. Biri ötekinin aynısı; “üzüm üzüme baka baka kararır” misali.
Dedi!..
Eve gidince babaannemin yanına uğradım. Ambarın önünde oturuyordu. Elinde bir çubukla yeri eşeliyordu. Bende bir hal sezdi sanıyorum. On yaşıma kadar elinde büyüdüm; doğal olarak beni yakinen tanıyor. Sezgisi hissiyatı normal. Ona oradan buradan anlatmaya başladım. Okuldan arkadaşlarla bir mevlüde gittiğimi ve el aldığımı, tarikata girdiğimi söyledim. Tarikat lafını duyunca; başını yerden kaldırdı; gözleri büyüdü ve gözlerimin içini uzun uzun taradı. Başını tekrar eğdi ve yeri daha hızlı eşelemeye başladı. Başını kaldırmadan tarikata girmek için kime danıştığımı, kimden izin aldığımı sordu. İçimden “böyle bir şey için kime soracaktım” türünden düşünceler de geçmedi değil; hızlıca hem de taşa duvara çarparak geçti. Aramızda sessizlik yaşandı.
Dedi!..
Derken…
Elindeki çubuğu kenara koydu. “Derhal çıkıyorsun oradan” dedi. Bir şey anlamadım veya anlamazdan geldim ama… Asıl azarlama peşinden geldi: “Senin deden gazelerin imamıydı. Biz ondan böyle şeyler duymadık, eşitmedik, görmedik” deyiverdi. “Deden” dediği de dedemin babası oluyor. Zaman bulduğunda seher vaktinden evvel camiye giden; gelmişe geçmişe yaşayana ölene durana yolcuya hancıya iyiye kötüye dua eden; yüce Allah’ı zikreden ve Kur’an okuyan adam. Biliyordum; seher vaktinden önceki vaktin Allah katındaki kıymetini biliyordum. Bu vakitlerde namaz kılmak için tarikata lüzum yok. Bunu da biliyordum. “Deden” dediği adam Seferberlik senelerinde cephe gerisinde hizmetler yapan ve yüz kilometre ötelere erzak taşıyan adam; medreseden icazetli köyümüzdeki ilk adam. Kendini köyüne ve civarına adamış. Asla başka göreve talip olmamış. Erzak taşıma işini yaparken dua da almış beddua da. Çünkü insan sırtında yüz kilometre öteye yük taşımak kolay bir iş değil. Ağır ve zor! Şartlar zor, yollar zor! Bir taraftan da emrindeki kadınları koruma görevi var; buna mecbur. Herkesi askere almışlar. Ancak kadınlarla belki birkaç genç ve yaşlı insanla bu işi kotarıyordu. Öte yandan hayat devam ediyor. Traktör yok; ekin ekilecek, davar güdülecek, tam görülecek, ocak tütecek, yemek pişirilecek, harman saçılacak, bulgur dövülecek, değirmen dönecek, saman çekilecek! Bu işler o zamanlar insan ve hayvan gücüne bağlı. Herkes işinde gücünde. Boş insan yok; insana ihtiyaç var. Eldeki malzeme alet edevat belli; kağnı var, saban var, öküz var, eşek var. Hayat yerinde durmuyor. Dünyada harp var, darp var. Savaş ölüm demek, zulüm demek, yokluk demek, korku demek!
Dedi!..
Elbette büyük sözü dinlemek lazım. Ümmi fakat tecrübesi var. Gördüğünden bildiğinden şaşmaz. Biliyordum ki peygamber tarikattan bahsetmedi. Hiç tereddüt göstermeden tarikat yolundan ayrıldım. Bir daha dönüp bakmadım bile…
Dedi!..
Ve sessizce kalktı gitti…
ES

Yorum Ekle