Amasya İtimat

FUTBOL SADECE FUTBOL DEĞİLDİR…

Enver Seyhan
Avrupa Futbol Şampiyonası Almanya’da dolu dizgin devam ediyor. Seyretmiyorum dersem yalan olur. Fakat heyecan duymuyorum. Bizim futbolcular da heyecan duymuyor. Savunmayı sahada değil de televizyonda yapıyorlar. Artık kim nasıl akıl verdi ise …
Aslında bizim ülkemizin sorunu futbol değil. Futbol sahaları ve futbolcular da değil. Onlar işine bakıyor ve bir asgari ücretlinin bin senede yan yana koyamayacağı parayı birkaç yılda istif ediyorlar. Ekonomiye katkısı yok diyemem. Durumu vaziyeti iyi olanlar için görsel bir eğlence, şölen; sanat! Sanat olmaktan çıktığı da oluyor. Dedikleri gibi belki de “futbol sadece futbol değildir.”
Kim şampiyon olursa olsun ülkemizin birincil meselesinin futbol olmadığı kesin. Ülkemizin önemli ve birincil meselesi tarım. Tarım ve hayvancılık. Elbette su ve ağaç; özellikle yerli ağaç. Orman! Zeytinlikler! Akdeniz kıyılarının kendine has meyvesi zeytin. Gel gör ki bakkalda fiyatı el yakıyor. Sofralık olarak da yağ olarak da.
Sanat dedim ya:
Bir dostum bana; “sanat zengin insanlara hastır” demişti. Cılız bir itirazım olsa da bir bakıma da doğru. Bugün eğitim dahi para olmadan güdük kalıyor. Eğitim herkesin bileceği bir şey değil ama futbol gibi eğitimden de anlamayan yok son zamanlarda! Takip edince insan kendine cahil damgası vurmak istiyor. Bu kadar çok bilen bir toplumda elektrik zammı neredeyse yüzde kırk; gık yok! Halk ekmek beş liradan sekiz liraya çıkmış onu laf ediyorlar. Ben tarımda çalıştım tarlada, bu sıcaklarda çalıştım. Mal güttüm, koyun güttüm. Eğer tarım ve hayvancılık biterse köy ve köylü biterse ülke biter; haber vereyim! Şu büyük şehir uygulamasında köyleri mahalle yapma sevdasından dönülsün. Henüz köylünün şehirli olduğundan haberi yok! Emlak vergisi olacak mı tarlalara evlere ahırlara tamlara; öşür ve ağnam vergisi konacak mı? Osmanlı hele son üç asırda nefesten bile vergi aldı ama ihtişam ve muhteşem hayat sürmedi fazla!..
Ah edenin ahı yerde kalmaz!
Yüce Allah’a ulaşır.
Neyse…
Bu ağır konuları bir kenara bırakayım. Çünkü şairin dediği gibi; “biz ne bilek beyim büyükler bilir!”
Dün berbere gittim. Genç bir adamın öldüğünden söz ettiler. Dükkanın sahibi olan delikanlı ölen genç adamın babasının engelli olduğundan bahsetti. Komşusu da olabilir; öyle kaldı kulağımda. Ölüm nedeni “kalp krizi” dediler. Evet. Galiba komşusu oluyor. Gittiğini gördüğünü ilgilendiğini, annesine, oğlunun vefatını izah etmekte zorlandıklarını, hastaneye götürdüklerini, kendisinden birkaç yaş küçük olduğunu söyledi. Hesap etti “demek ki” dedi “otuzunda falan.” Evli olduğundan ve bir de küçük yavrusundan söz ettiler. Hatta yavrunun geçen babasıyla beraber dükkana geldiğini anlattılar. Dükkanda akran birkaç arkadaşlar. Konuşmalarına, tıraş olurken mecburen kulak misafiri oldum. Elimde değil. Sordum da. Yaşadım, acılar yaşadım; bu tür hadiseler, genç ölümleri, hastalıkları beni etkiliyor…
Berberden sonra devamlı uğradığım çay ocağına gittim, kenarda gölgede bir masaya oturdum. Yan masalardan aynı genç adamın ölüm hikayesinden söz edenler oluyordu. Fazla ilgilenmedim. Çünkü “kepsap” derdi dedem; ona benzer laflar duydum. Olmaz! Genç bir adam vefat etmiş, gıybet etmek yakışmaz! Hangi nedenle öldüğü doktor kaydında malumdur ve özeldir.
Ocak sahibi çay getirdi. İki dakika konuştuk. “Ben de” dedi, “on yedi yaşında çocuğumu kara toprağa koydum.” Sustum! O devam etti. Validenin lafı var ya: “Dertlinin dediğini deli demez!” Ben bu çok lafı tuttum. Çünkü babam öldü ve bende ömürlük iz kaldı. Oğlum ameliyat oldu, o ise başka bir acı bıraktı gönlüme! Şükürler olsun; o şimdi kendi başına şimendiferle Kadıköy’e gidebiliyor.
Dedim ya:
Çay ocağının sahibi bugün sabah yine yanıma geldi, çömeldi, aynı konuda iki dakika lafladık. Sonra belki bir başka yazıda değinebilirim. Yüreği yanık! Kolay değil…

Yorum Ekle