İnsanoğlunun evveliyatına dair merak ettiğim gelişmeleri ve olguları arada bir deşelemek, eşelemek, hattı zatında mutmain olmak hissine kapılıp sonra mağlup oluyorum.
O kadar kazı yapılıyor. O kadar eski uygarlıklara o kadar eski medeniyetlere o kadar eski eserlere binalara heykellere tapınaklara buluntulara rastlanıyor ki…
Eski Mısır
Eski Sudan
Eski Irak
Eski Çin
Eski Anadolu
Mayalar
Aztekler
Eski Moolar
Kızılderililer
Aborjinler
Eski Mısır uygarlığını “Belgesel”de seyrettim.
Eski Sind ve Hind uygarlıklarına dair bir makale okudum. Bölgeden çıkarılmış heykeli de koymuşlar yazının devamına görsel olarak.
M.Ö. ifadesi ile geriye doğru bir tarih atıyorlar. Elbette testler sonucunda incelenen araştırılan devirler tespit ediliyor belirleniyor.
Bilim çevresi kazılarda ortaya çıkarılan heykelden eserden taştan seramikten kap-kaçaktan hareket ediyor.
Kimileri soruyor?
Kazınca ne oluyor? Bulunan taş toprak neye yarıyor? Günümüzün işi gücü yetmiyor mu gibi.
Oysa bilmiyorlar ki bugün ancak dün ile var olabiliyor…
Eski insanların geride bıraktıklarına bakınca: İmal eden üreten yapan inşa eden başaran insanoğlunun eski çağlarda kağıttan kalemden uzak olabileceğine asla ihtimal vermiyorum. Tamamen de karanlık çağlarda bin yıllarca ilkel halde yaşamış olduğunu da kabul edemiyorum.
Karain Mağarası’nda araştırma yapan Amasya doğumlu Profesör bana “Dört Yüz Bin” yıldan bahsetmişti. Dehr – Dehir diye bir kelime var. Tefsirciler bu kelimeye gerekli yüklemeyi yapmışlar. Fakat daha geniş tanımlar yapılabilir veya kelimenin çağrıştıracağı akla hayale gelmeyen çok şey olabilir…
Eski insanlar dünyanın yedi kere dolup boşaldığından söz ederlerdi. Yunus Emre de bahsediyor dünyanın yedi kere dolup boşaldığından. Hem de birkaç yerde. Yunus Emre’ye dair inceleme araştırma kitaplarında “yedi kere dolup boşalma” konusuna rastladım ve müritlerinden de aynı konuyu işleyenlerin olduğunu gördüm. Tabii ki onlar makale yazmadılar, şiirlerinde geçiyor ve başka bir şiirde tekrar geçiyor.
Allah teala bize semavi kitapların sayısını dört olarak bildirdi. Suhuflar var ayrıca.
Fakat fazlası olamaz mı?
Allah’ın ilminin kat sayısını kim muhasebe edebilir? Buna gücü yeten var mı haşa?
Karadelikler bulundu ve fotoğraflandı. Eski Atom Enerjisi Başkanı geçen sene Türk Ocağı’ndaki konferansında, öncesinde ve sonrasında tam beş saat konuştu. Çünkü derin konulara girdi bazan durdu düşündü söyleyip söylememe de tereddüt gösterdiği oldu. Beş saatlik konuşmasında bir beş on dakika mola verildi. İnsanlar can kulağıyla dinlediler. Çıt çıkmadı.
Mesela dedi ki:
“Gökyüzündeki Samanyolu ve diğer yıldızlar birer güneştir. Kendisi yanmaktadır. Yani Dünya gibi Güneş’ten ışık alıp dışına yansıtan kütleler değildir. Bu sayısız hadi güneşler diyelim; yıldızlar kümesi düşündürüyor bir taraftan ve korkutuyor bir taraftan. İnsan bilmek istiyor bildiği öğrendiği merak ettiği kadar. Endişe, şüphe, çelişki, kaygı, arzu birbirine giriyor.”
Harappa uygarlığı ötelerde bir yerde günümüzden yedi sekiz on bin yıl önce kurulmuş. Bütünüyle bir medeniyet. Böyle üstün medeniyetleri oluşturmuş insanları küçümsemek, o çağlara aklımıza estiği gibi isim vermek biraz düşündürücü geliyor bana.
Bu alemlerde sadece insan mı var?
Alemler sadece dünya ve atmosferi mi?
Güneş ve etrafındakiler mi?
Dehr’in bir noktasında İnSaN yaratılıyor. Kendinden haberi yokken yaratılıyor. Dünyaya gelmeden evvel kimin kendinden haberi vardı?
Dehr ve Hin kelimeleri epeyce şeye delalet ediyor aklını kullananlar için…
Şu var ki insanlık her devirde gelişmiş ve ilkel taraflarıyla var; gelişmiş tarafıyla bir çevrede zirvede iken aynı çağda bir diğer yerde ilkel tarafıyla yaşam mücadelesi verdiği anlaşılıyor.
Bugün de öyle değil mi?
Paleolitik Çağ, Mezolitik Çağ, Neolitik ve Kalkolitik Çağlar dikkate alınacak olursa nerede durmak lazım? Bu çağlar kesin mi?
Yontma Taş Cilalı Taş Maden ve Tunç Çağları gerçekten yaşandıysa insanoğlu hangi geçitlerden hangi koşullardan sonra bunca medeniyetleri kurabildi?
Piramitler mesela! Bilimde tık yok!
Karışık karmaşık bilinmez görülmez bir yaşam çizgisi kaygısı mücadelesi ve heyecanı içinde insanoğlu nereden nereye doğru yol alıyor? Ama amacında bilmek görmek tatmin olmak kaygısı var; kendini geçmişini bunca medeniyeti bilme ve anlama kaygısı…
Profesör demişti ya; “Dört Yüz Bin Yıl.” Gerçekten bilim inceliyor süzüyor ve çözüyor. Zira bilim insanları orada “Karain mağarası insanlık tarihi için önemli ipuçları barındırıyor” dediler. Doçentler kazı esnasında konuşurken insanın eski yaşam ve barınma koşullarından bahsettiler. “Mesela eski insan ölüsünden ayrılmak istemiyordu ve barınağı içinde bir yere gömüyordu ölüsünü.”
Dünyada, etrafında, kozmozda ve kainatta asla tesadüfe yer yok. Her şey yerli yerinde. Sadece ilim ve bilim kendini biriktirerek bu günlere ulaşmada gecikmiş gibi. Belki de biliyorlar söylemiyorlar. Diyorum ki: Son beş bin yıl öncesinden bahsedebilmek için biraz da ledünni ilimden nasiplenmiş olmak gerek. Bunun gavuru müslümanı yok.
Umarım meraklıları önümüzdeki yüzyılda bazı hakikatleri ispat ederler. Bugünlerde yeni haberini okudum. Kapadokya’da bir yeraltı şehri daha bulundu. Kayseri’den Nevşehir’e uzanıyor gibi de bir cümle kuruldu.
Gel de bu şehirleri kuranlara iptidai toplumlar de bakalım!
Enver Seyhan