A.
İnsanlık tarihi mi, dünya tarihi mi, alemlerin tarihi mi? Alemler kelimesini bilerek kullanıyorum; çünkü yedi kat gök, yedi ayet, yedi tavaf, yedi kapı gibi bilinenler üzerinden hareket ediyorum. Yedi ayet hangi suredir? Elbette Fatiha Suresidir ve ilk ayeti “Alemlerin Rabbına hamd” ile başlıyor. Bu sebeple, mütefekkir ve münevver kişiler, “alemler” bahsi üzerinde uzunca çalışmalar yapmış ve bahusus konuyu irdeleyip didiklemişlerdir.
Benim bugün burada ele alacağım konu alemlerin yaratılışı ve dünyanın altı günde yaratılıp dağların, akarsuların, yolların kudret eliyle yerleştirilmesi, denizlerin, bulutların, rüzgarın, bitkilerin insanın emrine amade kılınması ve üzerinde insan için uygun, yaşanılır bir ortamın hazırlanması değil. Elbette insanoğlu bu konu etrafında hala dönüp duruyor, çalışıyor, çabalıyor, düşünüyor. Kıyamete kadar da bu konu düşünürlerin, bilim insanlarının merak konusu ve araştırma alanı içinde olacak.
Elbette bu muazzam sistem ve alemler yüce bir yaratıcı eliyle hiç yoktan yaratılmış, şekil ve biçim verilmiştir. Bunu Haşr Suresi son ayet-i kerimesinde görmek mümkün. Ayette yüce Allah kendisini yaratan, yoktan var eden ve tasarlayan, tasvir edip biçimlendiren olarak ifade ediyor.
İnsanlık tarihinin nerede başladığı konusu da her bilinmeyen konu gibi insanoğlunu düşündürmüştür. Doğulu, batılı bütün düşünürlerin az çok çalışma alanına girmiştir. Elbette merak uyandıran, daima canlı ve diri haliyle sorgulanan, cevap aranılan bir konudur.
Başlıkta kullandığım dehr kelimesi bunun için önemlidir. İnsanlık dehr içinde bir zamanda, daha evvel bilinip tanınan bir varlık değil iken yaratılmıştır.
Dehr, kelime itibariyle sınırsız zaman demektir.
B.
Mübarek İnsan Suresi veya Dehr Suresi, aklımda bütün güzelliğiyle, özelliğiyle tebessüm ederek hep dururdu ve araştırmam, incelemem gerektiği konusunda kendimle sık sık mütalaa ederdim. Nedeni ise başlı başına birinci ayetin; insanın varlığına, dünyanın varlığına ve tarihe ışık tuttuğunu düşünüyor olmamdır. Bu manada merakımı giderme konusunda ısrar ettim. Müfessirlerin bunca eserleri içinde konuya değinmemiş olamayacaklarını, mutlaka açıklama yapmış olacaklarını düşünüyordum. Geç kalmışlığımın da sıkıntısına katlanarak araştırmaya koyuldum. Zira bilgi edinmek ve en nihayetinde içimde büyüyüp duran sorulara cevap bulmak istiyordum.
Aşağıda, araştırma ve incelemelerim dahilinde aldığım notları, aslına hiç dokunmadan tırnak içine alarak kaydetmeyi, eskilerin adetinden kabul ettiğimden işin aslına sadık kalmayı kendime görev bildim. Ziyade kelime ve cümle kullanmak üzerimde vebal olarak kalır ki bunu arzu etmem.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
Bilim, bilgide cimrilik istemez ki, bu insanlar da bildiklerini bol kepçeden dağıtmışlar.
Allah hepsinden razı olsun!
Konuya giriş babında, önce, eski Diyanet İşleri Başkanı Süleyman Ateş’in yorumuyla başlamak istiyorum:
“… İnsanın üzerinden hiç adından söz edilmediği, hiçbir şey olmadığı bir zamanın geçtiği; Allah’ın, henüz hiç adı sanı olmayan insanı, karışık bir nutfeden yarattığı ve onu imtihan etmek için halden hale geçirerek işiten, gören mükemmel bir varlık yaptığı; akıl vererek, peygamber göndererek ona doğru yolu gösterdiği; insanın ya şükür yoluna veya küfür yoluna girdiği buyurulmaktadır. Dehr; bir vakitle sınırlanmamış olan zaman demektir. Hin ise sınırlı herhangi bir zaman, bir süre demektir.”
Mevdudi, yaklaşık birbiri ile aynı olsa da “Tefhimü’l Kur’an” adlı eserinde İnsan Suresi birinci ayetini iki manada ifade etmiş:
“İnsanın başını ve sonunu bilemeyeceği sonsuz zamanda, muhakkak insan üzerine öyle bir vakit gelmiştir ki o vakit insan anılmaya değer bir şey değildi.”
“Gerçek şu ki, insan üzerinden, daha kendisi anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan bir süre gelip geçti.”
Konu şudur:
“… İnsanın bu dünyadaki hakiki değerinden kendisini haberdar etmektir. O, kendi değerini gerçekten doğru bilirse, anlarsa ve buna şükür ederse akıbetinin nasıl olacağı ve aksine hareket ederek inkar ve küfür yolunu tutarsa nasıl olacağı konusunda haber verilmektedir. Evvela insana, bir zamanlar bir hiç olduğu, mevcut olmadığı… Önemsiz bir vaziyetten var oluşunun başlangıcının ortaya çıktığı hatırlatılmaktadır. Hiç kimse o önemsiz ve daha görülemeyen bir şey hakkında bu bir insandır ve ilerde yeryüzünün en şerefli yaratığı olacaktır diyemezdi.”
Burada anlatılanlar, insanın, adına “dehr” denilen uzun zamanlar içinde anılmadığı, adının geçmediği ve bilinmediği, tanınmadığı tarafına işaret ediyor. Öyle ki insanın anılan ve bilinen bir varlık olmasına kadar adına “hin” denilen bir süre gelip geçmiştir. Sonsuz zaman içinde bu sürenin ne başlangıcı ne de sonu bellidir…
Kendisini eskilerin ifadesiyle allame olarak tanımladığım Ömer Nasuhi’nin tercüme ve açıklamaları ise şöyledir:
“Muhakkak insan üzerine gayri mahdut zamandan sonra bir mahdut zaman gelmiştir ki, o zamandan önce insan yad olunmuş bir şey olmamıştı.”
“Yani insan bidayetten hiç mevcut değildi. Varlığı yoktu. Zaman içinde, bir müddet zarfından, bir müddete gelindiğinde, bir katre sudan, topraktan, çamurdan musavver bir ceset haline geldi.”
“Yani insan o zaman malum değildi. İsmi, cismi yer ve gök mahlukunca, halkınca bilinmiyordu.
Sonra kendisine ruh üflenmiş, hayat verilmiş, insan bilinip yad edilmeye başlanılmıştır.
Dehr; gayri mahdut zaman demektir.”
Elmalılı Muhammed Hamdi, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı eserinde İnsan Suresi hususunda açıklamalarını sıraladıktan sonra şu cümleyi kuruyor:
“Bu sure insanın ilk yaratılışı ve evrimindeki hikmetle insanoğlunun çalışıp çabalamasının faydalarını göstermek üzere o hayatı, o sonu ve gayeyi izah edecektir.”
İnsan Suresi birinci ayete şöyle mana veriyor:
“Gerçekten insan üzerine dehirden öyle bir müddet geldi ki o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi.”
“Dehr kelimesi hakkında; “Ragıb’ın açıklamasına göre asıl manası, alemin var oluşunun başlangıcından son bulmasına kadar bütün süre, yani zamanın tamamı demektir.”
“Bilinmeyen uzun zamanlara dehr denilir. Zaman kelimesi ise bunun aksine olarak az süreye de çok süreye de denir. Zaman, zincir ve serilerinin toplamına da parçalarına da zaman denildiği halde, asıl dehr tek olan bütün zamana ve bazan da bunun büyük kısımlarına denir.”
“Hin, zamanın az veya çok, sınırlı bir süresine denir. Zamanın tamamı için kullanılmaz. Vakit gibi zamanın bir parçasına denilir. Buradaki ‘hin’ kelimesi, dehrin başlangıcı olan alemin yaratılışı ile insanın yaratılışı arasında kalan, bunlarla sınırlanan süreyi ifade eder. “
“Yani şu bir gerçek ki insan cinsi, alemin yaratılışından bir hayli zaman sonra yaratılmıştır.”
Sonraki açıklamalarında özetle; alemin yaratılışından insanın yaratıldığı zamana kadar ne kadar bir süre gelip geçmiştir; insan için bu bilinmeyen bir süredir. Bununla beraber dehir ile başlayan zaman, insanın yaratıldığı zamana gelip çatmıştır.
İnsan hin vaktine kadar anılan bir varlık değildir.
“Yani hiçbir şey olmamış değil, anılan bir şey olmamıştır.”
Sonra anlatımlarına devam ediyor ve insan için şöyle bir cümle kuruyor:
“Gerçekte insanın her ferdi gibi cinsi de ezeli değil sonradan olmadır.”
Diğer surelerden aldığı manayı tamamlayan açıklamalarla konuya yön veriyor. Niçin ve neden sorularını ikmal etmek için hem ayet ve hadis ve hem de önceki alimlerin eserlerine müracaat ediyor.
Konunun Elmalılı Hamdi Yazır bahsinde, İsmail Karaçam ve ekibince sadeleştirilen 2011 yılında Özkaracan Matbaacılık tarafından basımı yapılan müfessirin aynı adlı eserinden yararlandım.
Benim yaptığım küçük bir araştırma olup insanoğlunun geçmişine doğru kısa bir yolculuktu. İnsanın dünya üzerindeki yolculuğu daima merak uyandırmaya devam edecektir. Merakın, düşünmenin, aramanın sonunun geleceğini sanmıyorum. Bu yolculuk her manada ancak kıyamet ile sona erecektir…
Selam ve dua ile.
Enver SEYHAN