“ Kendimi artık geçmiş zaman anlatıcısı gibi hissediyorum, hatıra toplayıcısı, aktarıcısı” diyen yazara benzedik. Dünü hatırlamadan bugünü yazamıyoruz. Bugün ağaçlarımız ve yangın afetini yazmak geldi içimden.
Orman ve yaylalarda aileler halinde yaşayan ağaçlara ve tek başına duran ağaçlara hayranlık duyarım. Ağaçlar dağların çocukları, torunları. Her biri hayatta kalmak ve büyümek için rüzgar, iklim, kar ve fırtınaya karşı sessiz mücadele veriyor. Her biri dayanmak, toprağa sıkıca tutunmak zorunda. Bu yüzden her birinin kendine has duruşu var.
Kasabamızın bahçeli evlerinin en göze çarpan ağacı kavaktı. Kavak, ağaç sevgisinin dışında ileriye dönük ekonomik hesaplarla tercih edilen bir ağaçtı. Köylerimiz de kavaksız düşünülmezdi. Esnek, esintili sivri tepesi ile gökyüzüne yükselen, kısa rüzgar molalarında kapanıp, şiddetli rüzgarlarda yüzlerce ince dalı hararetle sallanan bu heybetli ağaç kah cilveleşir gibi geri çekilir kah öne eğilir. Rüzgarda bir sağa bir sola sallanarak oynaşan yapraklarıyla hatırlıyoruz uzun kavak ağaçlarını…
İncir, erik, kiraz, şeftali… yaz meyve ağaçları ile doluydu bahçelerimiz ve evlerin ağaç boyunu geçmediği bahçeli evler … Kerpiç bir ev. O sessiz bahçede kucağında salladı anam beni. Yok artık bahçe, ev ve ağaçlar yerinde. Bahçeden, evden, ağaçtan geriye kalan sadece hatıralar.
Kalın gövdeli bir dut ağacımız vardı; eski bir tanıdık, bir arkadaştı. Biz çocuklara her mevsim meyvesini ikram eden bahçemizin en yaşlı ağacını bir sabah devrilmiş bulduk. Tüm mevsimlerde bahçemizde yerinde duran çocukluk dünyamızda ayrı bir yeri olan, sıcağı soğuğu, karı fırtınayı sessizliği bizimle birlikte yaşamış o güzelim dut ağacını kaybetmiştik. Artık dut toplarken dallarında türkü söyleyemeyecek dalından meyve yiyemeyecek gölgesinde dinlenemeyecektik. Evet ağaçlara da güven olmuyordu işte, onları da kaybedebiliyoruz, gün ,geliyor sizi yarı yolda bırakıp kaybolup gidiyorlar.
Ağaç ile bir başka anım;
Durucasu köyü yakınlarında bir tarlada gelinbaşı görünümünde bir top ağaç vardı. 90’lı yıllarda Amasya’ya her gidiş ve gelişlerimde onunla selamlaşırdık. Bazı zamanlar da uzun yoldan gelen araçların mola verip ağacın gölgesinde dinlendiklerini görürdüm. Bir gün o güzel ağacın yerinde olmadığını fark ettim. Çok üzülmüştüm. Böyle bir ağaç neden kesilir, böyle güzel bir ağaca nasıl kıydınız diye araştırdığımda trafik şube amiri ağacı, sürücülerin görüş güvenliği nedeniyle kestiklerini, kesildiği için üzüldüğümüz o ağaca sahibinin de ağladığını söylemişti amirimiz. Öteden beri aşina olduğum kadim görüntü yok edilmişti. O top ağaç yoktu artık.
Güle güle dut ağacım. Hiç değilse seninki doğal ve onurlu bir ölüm oldu. Bu yüzden şanslısın. Dermanın kalmayana kadar direndin, dayandın bize meyveler sundun. Sonunda pes etmek zorunda kaldın. Düştün kökünden koparıldın. Şanslısın bizden daha iyi daha güzel yaşlandın.
Sen Durucasu tarlasındaki dost ağaç seninki de şerefli bir ölüm. Görüş güvenliği için kesildin. Olası trafik kazalarında ölümleri önlemiş oldun.
Peki 30 ilimizde 98 ormanda günlerdir yanan ağaçlar için Milas, Manavgat, Fethiye, Marmaris, Bodrum, Köyceğiz gibi yurdumun cennet köşelerinde yanan ağaçlar için üzüldük kelimesi yeterli olacak mı ? Hangi cümlelerimiz acımızı tarife yeter.
Günlerdir devam eden yangınlarda ağaçlarımız ölüyor. Orada yaşayan canlılar ölüyor. Cırcır böceklerinin sesi kesiliyor, kuşlar uçmuyor. Koyunlar, keçiler,inekler ölüyor. Evlerini, hayvanlarını birikimlerini kaybediyor insanlarımız. İkisi orman işcisi 7 insanımız ve gönüllü yardım eden genç bir kardeşimiz ölüyor. Ekranlara gözü yaşlı bakıyoruz ciğerimiz yanıyor.
İhmal mi, kasıt mı,terör gayesiyle mi olduğunun tespiti devletimizin işi. Faille devlet ilgilenir. Milleti ilgilendiren fiil. Sorumluluk…
Dere yatağına ev yapıyoruz sel felaketi. Binaları sağlam yapmıyoruz. Deprem felaketi. Marmara’yı kirletiyoruz. Deniz salyası. Yeşili ihmal ediyoruz. Erozyon. Yara ülkenin dört bir yanında. Bir tarafta yangınlar bir tarafta seller. Her felaket can ve mal kayıpları ile sonuçlanıyor.
Orman yangınları ile mücadele tarım ve orman bakanlığına aittir. Ormanlarımızın yönetimi ve orman yangınlarını önlemeye ilişkin politikaları bu bakanlığımız yürütür. Sebepleri doğru analiz ederek önlem almak ve çözüm üretmek yönetenlerin işidir. Elbette milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu afet günlerinde ağaç üzerinden siyaset yapmak doğru değildir ancak yönetenlerin de çözüm yerine mazeret üretmeleri doğru değildir. Memlekette her yaz bunca yangın yaşanırken sorumluların söndürme amaçlı araçları niçin almadınız sorusuna cevap vermeleri gerekir. Hep felaketlerin arkasından gidiyoruz. Yöneticinin görevi ortaya çıkan sorunu çözmeden önce sorunun çıkmasını nasıl önleriz olmalıdır.
Millet ve ülke olarak zor günlerden geçiyoruz. Birbirimizi üzmekle yıpratmakla meşgulüz. Kusur bulmak için iz sürmek yerine enerjimizi çare üretmeye harcamalıyız.
Acılar, afetler insanları birbirine yaklaştırır. Toplumsal kaynaşmayı sağlar. Husumeti engeller. Bu vatanı çaresizlikler içinde bize yurt yapanların evlatları bugün çözüm yerine çözülmeyi yeğler oldular.
Birinci ihtiyacımız birlik beraberlik ve kardeşlik olmalı değil midir.
Ülkenin dört bir yanı yanarken büyük acılar yaşadığımız şu günlerde bir araya gelinmiyorsa ne zaman bir araya geleceğiz.