Bir televizyon kanalımız halkın arasına girip vatandaşlarımıza sorular yöneltiyor. Mecliste kaç milletvekilimiz var? Cumhurbaşkanlarımızı sayar mısınız? Artistler ve bakanların resimlerinin bulunduğu tabloda ki şahısları işaret ederek bunları tanıyor musunuz, Türkiye’nin bütçesi ne kadardır? Türkiye kaç coğrafi bölgedir gibi sorular…
Vatandaşlarımız televizyon dizilerinin oyuncularını hemen tanıyorlar. Diğer sorulara verilen cevaplar düşündürücü…
İki bayrak, iki dil, özerklik gibi tartışmaların yapıldığı duyarlı vatandaşlarımızın ne oluyoruz, ülke nereye gidiyor gibi endişelerle izlediği bu durumu görünce toplumcu yazar ve düşünür Atilla İlhan’ın ceviz kabuğu programında söylediklerini önemsedik. Şöyle diyordu yazar:
“İngiliz ve Amerikan istihbaratı 1987 yılında Londra da Yeni Dünya Düzeninin saldırganlık anlaşmasını imzaladılar; Times Anlaşması. Buna göre beliren iki odak var. Biri Yugoslavya diğeri Irak ve Türkiye. Yugoslavya bölündü, Mezopotamya’daki etnik kurumlar harekete geçirildi sonra sıra Irak ve Türkiye’ye geldi.
Batılılar bunu açık açık söylüyorlar yazıyorlar. Bu cesareti nereden alıyorlar. Politikacıları, aydınları, halkı enayi yerine mi koyuyorlar. Bunların Sovyetler Birliği’ni dağıtmak istedikleri de ortadaydı, Herkes biliyordu. Meseleyi şöyle görmekte yarar var.
19.yüzyılın sonunda batı dünyaya hakimdi. Dünyanın her tarafı onun sömürgesiydi ve o sömürgelerden para ve mal geliyordu. Müthiş refah içindeydiler. O iki ihtilal; Anadolu ihtilaliyle, Sovyet ihtilali sistemi bozdu. Birden bire bir taraftan sosyalist hareket, bir taraftan demokratik hareket antiemperyalist bir tavır takındı. Hindistan ayağa kalktı, Çin ayağa kalktı. Batılılar sıkışık bir durumda kaldılar. İkinci dünya savaşından sonra bir ara batı batı dediğimiz o büyük devletler, Batı Avrupa’nın bir parçasıyla Kuzey Amerika’dan ibaret kalmıştır. Üçüncü dünya hareketiyle sosyalist grup onu çepe çevre çevirmişlerdir. Batı kendisini kurtarmak için birinci hedef olarak Sovyetleri aldı ve onu dağıtmayı başardı.
Bu işi çok kolay yapıyorlar, hala, her yerde böyle yapıyorlar. Bakın kolay nasıl oluyor;
ABD, Sovyetlerin komünizmle yaptığını demokrasiyle yapıyor. Şöyle söyleyeyim; Ruslar Bolşeviklikle Marksizmi kullanmışlardır. Amerikalılar demokrasiyle büyük demokratları kullanıyorlar. Çünkü şunu keşfettiler:
EĞER ÇOK GÜÇLÜ MEDYALARA SAHİPSENİZ ELİNİZDE ÇOK BÜYÜK PARA VARSA SATIN ALAMAYACAĞINIZ ADAM YOKTUR, SATIN ALAMAYACAĞINIZ PARTİ YOKTUR, SATIN ALAMAYACAĞINIZ SİVİL TOPLUM KURULUŞU YOKTUR.
Şimdi ne oluyor. Ben Yugoslavya meselesini çok ciddi inceledim. Sivil toplum kuruluşları birden bire pıtrak gibi her tarafta bitmeye başlıyorlar ve “Demokrasi lazım, herkes özgür olmalı, etnisite olmalı” bunları söylüyorlar. Bunlar patırtı halinde söyleniyor ancak halkın büyük çoğunluğu onları dinlemiyor. Miloşeviç’i tutuyorlar. Bunun için ne lazım? Televizyonları özelleştiriyorlar, televizyonlar özelleşiyor fakat halk televizyon izlemiyor. Televizyon izletebilmek için bunlara Güney Amerika’dan pembe dizi satın alınıyor, Yugoslavya da bunlar gösterilmeye başlanıyor ve önce köylülerin televizyon izlemesi sağlanıyor. Yugoslavya’nın dağıtılabilmesi için…
Televizyonu kullanıyorlar; Televizyon öyle bir yere doğru götürülüyor ki neticede insanlar televizyondan başka bir şey düşünemez hale geliyorlar ve sonra Yugoslavya da olanlar bütün insanlığın malumu…”
Toplumcu yazar ve düşünür Atilla İlhan’ın bir ders ve belge niteliğinde olan bu düşünceleri bununla sınırlı kalmıyor bazı tespitleri de düşündürücü:
-“Türkiye’de bir grup “Toplu uyku hali” içinde kendisini “pop kültüre” kaptırmış, esnemeye ve bunu etrafındakilere de bulaştırmaya devam ediyor.
– Türkiye’nin hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10’u dur.
– Türk aydını dediğimiz kişi, Batı’nın manevi ajanıdır.
– Eğitim, savunma ve ekonomi milli olmalıdır, olmazsa Sevr gelir.
– Türkiye’de basın Türk değildir.
Şimdi ülkemizde yaşananları bu düşünceler ışığında değerlendirdiğimizde gelecekte olabileceklerin endişesini duymaz mısınız?…
Biz her gece televizyon ekranlarında Selahattin Demirtaş, Hasip Kaplan, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Emine Ayna, Osman Baydemir gibi adlarını ezberlediğimiz zat’ı muhteremleri seyretmek zorunda mıyız? Biz Amasya milletvekilimizi, Edirne milletvekilimizi, Erzurum, Kars, İzmir gibi ülkemizin her yöresinin milletvekillerini de görmek bilmek tanımak istiyoruz.
Ve bizler her gece bir başka televizyon kanalını paylaşarak bölücü, ayrıştırıcı düşüncelerini ekranda tartışma konusu haline getirip her akşam yaptıkları propagandalarla kamuoyu oluşturmaya toplumu değişime ve dönüşüme alıştırmaya çalışan Kürtçü aydınları da görmekten gına geldik.
Evet soruyoruz bu televizyonlar “Demokrasi lazım, özgürlük lazım, etnisite olmalı” söylemleri ile Yugoslavya da ki gibi bir neticeye mi götürmek istiyorlar ülkemizi. Ve her gece misafir ettikleri Kürtçü aydınların kendilerine münhasır fikirleri ile bizleri başka bir şey düşünemez hale mi getirmek istiyorlar.
Ülkede yaşananları şöyle bir gözünüzün önünden geçirdiğinizde toplumcu yazarımız Atilla İlhan’ın Türkiye’de bir hain kontenjanı olduğu, basının Türklüğü konusundaki endişe taşıyan tespitlerine katılmamak mümkün değil.
Ve Atilla İlhan ümit ve endişe yüklü son cümlesini söylüyor:
“Dipten bir dalga yükseliyor. Bir çeşit Müdafa-i Hukuk oluşuyor. Dipten gelen dalga yakın bir zamanda esneyenlerin yüzüne tokat gibi çarparak ya uykudan uyandıracak, ya da…
Ya da… yı düşünmek bile istemiyoruz. Allah vatanımızı bölünmekten korusun. Kürtçü değil Kürt kardeşlerimizle daha binlerce yıl birlik ve beraberliğimizi daim etsin.