Yılmaz Sergen
Çocukluk hatta gençlik yıllarımızda köyde ikamet edenlerin açıkta aç, evsiz kalması neredeyse imkansız gibiydi.
Ailemizin gelir düzeyi köy ortalamasının altındaydı, fakir sayılırdık. Buna rağmen ahırımızda üç tane ineğimiz kümesimizde beş altı tavuğumuz hiç eksik olmadı. İneklerimiz, tavuklarımız hanemizin vazgeçilmezleriydi bizden gibiydiler, sahiplendiğimizin sanki farkındaydılar.
Her evin ahırı, ahırında birden fazla büyük baş hayvanları vardı. İki mahallenin “eğrek” yerinde toplanan inekler sığırcılar tarafından ikindiye kadar otlanmaya götürülürdü.
Ambarımızda tarlamızdan hasat ettiğimiz ihtiyacımızdan fazla buğdayımız her zaman olurdu. Ata tohumu buğdaylarımızdan kaynatıp setenlerde işlediğimiz yıl boyu ailemize fazlasıyla yetecek aşlığımız, bulgurumuz ambarımızda hiç eksik olmazdı.
Tarlamızdan hasat ettiğimiz domatesler ezilerek elekten geçirildikten sonra şırası avlumuzda kurulan saç ayağının üzerindeki bakır leğenlere doldurup Saç ayağının altına atılan odunlarla ateş harlanır, salça kaynamaya bırakılırdı.
Salça leğende kaynarken, leğenin altında yanan odunların kıp kızıl közleri üzerinde pişirilen mısır her yıl yaz aylarının vazgeçilmeziydi.
Kilerimizdeki yiyeceklerimizin nerdeyse tamamı tarlamızdan hasat ettiklerimizdi.
Evde yoğurdumuz, sütümüz bizim orada meşhurdur ayrandan yapılma çökeleğimiz, azda olsa tereyağımız Soframızda yerini alırdı. Bizim evin vazgeçilmezi ayrandı su niyetine ayran içilirdi.
Buğday, arpa hasadından sonra ekilen güzlek(ikinci mahsul) tarlasında fasulye domates,patlıcan biberlerimiz yetişirdi. Turşumuz kışlıklarımız ikinci üründen yapılırdı.
Köy bakkalından o meşhur vita yağı daha sonra Ayçiçek yağı,tuz,temizlik malzemeleri alınırdı. Haftada bir ilçede kurulan köylü pazarına gitmek adettendi, pazara buğday, soğan, aşlık,bulgur gibi kendi ürettiğimiz ihtiyaç fazlası mahsuller götürüp satılır, pazardan evin eksikleri alınırdı. Bir nevi takas yapılırdı.
Ortaokulumuz il genelinde defalarca derece yapmış ülkemizin bürokrasisine Milletvekili, Müsteşar, rektör üst düzey yöneticiler, Eğitim ordumuza yüzlerce öğretmen, Güvenlik teşkilatımıza Asker, Polis kazandırmıştır.
Köyümüzün gençlerinin oynadığı futbol takımı Amasya amatör liginde önemli başarılara imza atmıştır.
Köyde doğanların unutulmaz anılarıyla dolu köylerimiz şimdi terk-i diyar olmuş, dün bacaları tüten annelerimiz, babalarımızla, birçok evde büyükanne, büyük babalarla neşelerimizi, hüzünlerimizi aşımızı paylaştığımız evlerimizde ocaklar sönmüş bacalar tütmez olmuş, kapılarına kilit vurulup viraneye dönmüş.
Evin avlusundaki samanlıklar bomboş, ahırlar çökmüş, kümesin kapısı ağzına kadar açık hasretle müdavimlerini bekliyor.
Anayasada gayri safi milli hasılanın en az yüzde biri köylüye teşvik olarak verilir hükmüne rağmen üçte biri bile verilmekten imtina edilmiştir.
Köylerimiz üretim yapmak yerine salgınlaştırılan tüketim moduna sürüklenmiştir. Her geçen yıl artan girdi maliyetleri köylerde üretimi pahalı, meşakkatli ve kazanmak yerine zarar eder duruma getirmiştir.
Köylerimizde tarımsal üretim son virajda uçurumun kenarındadır.
Yüzlerce kasabanın belediye tabelası tarıma şaşı bakılan politikalar yüzünden indirilip köylere dönüştü. Günün sonunda bu anlayış devam ederse köylerimizin kapısına kilit vurulursa kimse şaşırmasın.
Neden bu hale geldik, suçlu kim? Köyleri şehirlere sürüklemeden Avrupa’da olduğu gibi kentlerle köyleri entegre ederek köyün nüfusunu köyde tutabilir miydik?…
Köylünün köyünde kalıp zenginleşebileceği, mutlu olacağı, geleceğe umutla bakabileceği imkanları sunarak köyünde tutabilirdik. Böyle bir düşüncemiz, çabamız dünden beri hiç olmadı olayı akışına köyleri kaderleriyle baş başa bıraktık.
Köylerimizi, kasabalarımızı kaybettik, ben çocukluğumuzun gençliğimizin en güzel yıllarını yaşadığımız kasabamızı geri istiyorum…