Medyada “haber değeri” diye bir kavram vardır biliyorsunuz. Bunun anlamı nedir, yani hangi olayın öncelikli haber değeri vardır, bu nasıl ölçülüyor? Bir olayın değerli bir haber olabilmesi için, habere konu olayın ilgi alanın geniş ve şiddet dozunun yüksek olması veya her halükarda olumsuzluk pompalaması gerekiyor galiba!
Bugünlere ülke gündemini alabildiğine meşgul eden paralel ilişkilerle ilgili haberlerde olduğu gibi!.
Anlıyoruz ki yerelinden merkezine, bütün medya kuruluşlarının yazı işlerinde görev yapanlar, aynı pencereden bakıyorlar ve aynı mantıkla karar veriyorlar. Yeter ki izlensin, varsa da yoksa da reyting kaygısı yani! Yazılı ve görsel medyada buna binlerce örnek gösterebiliriz.
Hatırlayacaksınız; bir süre önce ünlü bir kadın profesörümüzün başına bir iş geldi! Kendisi de bir televizyon kanalında sağlıklı yaşam konulu programlar yapan, yaptığı program ve söylemleriyle aynı zamanda başkalarına örnek olma gibi bir misyon da yüklenen bu bayan profesörümüz, günlerce medyada haber konusu oldu.
Bu süre içinde bu saygın profesörümüz televizyon kanallarının birinden çıkıp diğerine yetişmeye çalıştı. Yazılı basında birinci sayfalarda haber konusu oldu, boy boy fotoğraflarının yer aldığı söyleşiler gerçekleştirildi kendisiyle, bizler de ibretle, esefle izledik olanları!
Hadiseyi biliyorsunuz; bu hanım profesörümüz dolandırıcı çetesinin elebaşıyla yaptığı bir telefon görüşmesinin ardından, vakit kaybetmeden hemen bir poşet dolusu parayı umuma açık bir parkta tarif edilen yere bıraktı. Bu esnada bir tesadüf eseri, olay polise intikal etti ve bayan profesörümüz bir çırpıda gözden çıkardığı yüklü parasına da tekrar kavuştu böylece. Bu olayın bir başka boyutu.
Ben olayın diğer tarafına takıldım. Şöyle ki; bir bakıma medyaya da alışık olan bu saygın profesörümüz, haber konusu olayla ilgili başından geçenleri öyle güzel anlatıyordu ki büyük ve önemli bir işi başarmış olmanın mutluluğunu paylaşıyordu sanki! Olanları öyle ballandıra ballandıra anlattı ki, anlatırken yüzünden gülücükler ve tebessüm eksik olmadı hiç. Görsel ve yazılı medyamız da hanımefendiyi haftanın ya da yılın kahramanı ilan etmediği kaldı!
Oysa, böyle bir rezalet ve utanç duyulması gereken bir eylem haber konusu olmalı mıydı? Haber konusu olsa bile, böylesine olumlu ve masumane bir hava yüklenerek verilmeli mi, böyle bir olay! Ne dersiniz?
Bana göre bu profesörün yaptığı işin, yüklü bir ihale ya da çıkar karşılığında yine o oranda yüklü bir rüşvet verme olayından hiçbir farkı yoktu. Medyamız burada olayın failini sempatik bir şekilde haber konusu yapmak yerine, hakkında en ağır yasal müeyyidelerin uygulanması yönünde baskı unsuru olmalıydı, yaptırımın takipçisi olmalıydı bence. Bugünlerde yaşanan ilginç ve paralel ilişkilerle ilgili haberlerde olduğu gibi!.
Ne varki öyle olmadı; zaten ünlü olan profesörümüz, ününe ün kattı! Medya kuruluşları arasında mekik dokudu. Kendi durumuna düşmüş “Hakimler, savcılar, generaller, profesörler, bürokratlar, siyasetçiler ve işadamları” da olduğu söyleyerek bir taraftan bu kesimleri de töhmet altında bırakırken, diğer taraftan kendi davranışının neredeyse herkesin örnek alması gereken masumane bir eylem olduğunu toplum bilincine yerleştiriverdi!
Ben de herkes gibi olanları ibretle izledim ve bütün bu olanlar karşısında“Merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatini söyler” şeklindeki eski bir Çin atasözünü tekrar etmekten başka elimden ve dilimden bir şey gelmedi!
Şimdi gelelim bedava hamsi meselesine! Peki, iyi ve güzel işlerin haber değeri olmaz mı? Ya da haber konusu olay anlamlı ve örnek alınması gereken davranış, ama bedava! Bu durumda haber değeri de düşük mü oluyor?
Hatırlayacaksınız, yine bir süre önce bazı televizyonların haber saatinde kısa bir haber geçti. Tuzla’da balıkçılar odası başkanı, yanında bir grup kalender balık avcısı ve tayfayla birlikte halka 40 ton hamsiyi bedava dağıttı. Bedava hamsi alabilmek için uzun kuyruklar oluşturan fukara kadınlar erkekler bir taraftan sevinirken diğer taraftan balıkçı tezgâhlarındaki hamsi fiyatlarının yüksekliğinden yakınıyorlardı.
Halka bedava hamsi dağıtan gönülleri zengin, kalender denizcilerin temsilcisi de tezgâhlardaki hamsi fiyatlarının yüksekliğine isyan ediyordu. Oda başkanı; balıkçı tezgâhlarına toptan hamsinin kilosunu en fazla bir liraya verdiklerini, ancak bu sene perakende satış tezgâhlarında kilosunun sekiz- on liraya satıldığını söylüyordu. İşte bu duruma isyan ediyorlardı. Oda başkanı son söz olarak da “Hamsinin kilosu balıkçılarda iki-üç liraya düşünceye kadar yurdun her bölgesine kamyonlarca hamsi göndererek bedava dağıtacağını” söylüyordu.
Nereden bakırsanız bakın –olayın arkasında başka bir komplo teorisi yoksa eğer- bu asil davranış, başlı başına bir kahramanlık öyküsüydü bence. Günlerce medyada yer alması gerekirdi. Ertesi günlerde takip ettim, ne gezer! Televizyonlarda bir daha tekrar edilmedi, gazetelerin orta sayfalarında bile bir daha yer verilmedi habere!
Oysa ekmeğini denizden çıkaran kalender ve asil balıkçıları sembolize eden bir heykelin şehrin en kalabalık yerine, örneğin Eminönü meydanına yapılarak; iyi insanların giderek neslinin tükenmek üzere olduğu şu yaşlı dünyamızda bu asil denizcilerin öykülerinin örnek insan modeli olarak tüm okullarda okutulmasını isterdim!
Medyamız böyle bir kampanyayı başlatabilir ve takipçisi olabilirdi tabi. Ama ne gam; eskiden ilkokul çocuklarına basit ama yanıltmaca bazı aritmetik soruları sorurlar ve onların sayısal zekâlarını bir bakıma test ederlerdi büyükler. Bu sorulardan birisi de “Bir kilo pamuk mu ağır, bir kilo demir mi?” sorusuydu.
Medyamızın haber değeri ilkelerine göre ünlü profesörün bir poşet parası, bedava dağıtılan 40 ton hamsiden daha ağır gelmişti! Boşuna söylememiş atalarımız “bedava tiridin tadı olmaz” diye, vesselam!…
A.Yusuf Kuyucaklıoğlu