Gazetemiz ve Taşova gen.tr. sitemiz köşe yazarı Naci Konyar’ın bu haftaki köşe yazısı..
Her gece değişik televizyon kanallarına çıkıp, atışın serbest olduğu bu dönemde, devamlı analiz yapıp bugün söylediklerinin üç gün sonra tersini söyleyen takım elbiseli, kravatlı yöreye ve küreye nizam verme iddiasında, söyleyecekleri önceden belli sürüsüne bereket uzman gurubunu gördüğümüzde kanal değiştiriyoruz artık…
Dinlediklerimize değil, gördüklerimize daha fazla inanıyoruz.
Yer Edirne… Trakya Üniversitesinde okuyan 23 yaşında Dilek Özçelik kanser hastası. İlaçlarını bulmada güçlük çekiyor. Tıpkı diğer kanser hastaları gibi. O gün Edirne’de bulunan çevre ve şehircilik bakanımıza ulaşıyor. Bakandan hastalığı için ilaç konusunda yardımını istiyor. Bakan Bayraktar üniversiteli kızımızın cebine para koymaya kalkınca genç kızımız gözyaşlarına boğuluyor ve televizyon başında olan herkesin yüreğini parçalayan şu sözler dökülüyor dudaklarından.
“Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda. Yanlış anlaşıldım. Ben dilenci değilim”
Müslüman Türk Milleti olarak bizim kendimize has hasletlerimiz vardır. Bu hasletlerin en başta geleni yardım severliğimizdir. Bizim insanımız fakire, yetime, dula, dara düşene yardımcı olmayı yardım etmeyi sever. Yardımını da göze batmayacak bir şekilde, alanın izzeti nefsini incitmeyecek bir şekilde, riyadan uzak bir şekilde yapar.
İslam ahlakı, Osmanlı terbiyesi gizli verilen sadakanın, açıktan verilen sadakadan daha sevap olduğunu söylediği için bizim insanımız mümkün olduğunca yardımlarını gizli yapmayı tercih etmiştir.
Anlatırlar, geçmişin hayırsever zenginleri özellikle ramazan aylarında İstanbul’un değişik semtlerine gidip bakkallara uğrarlar orada borcunu ödemede zorluk çeken borçlu fakir fukaranın borcunu kapatıp öderler, çekip giderlermiş. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu silinen, kimi borçtan kurtardığını bilmezmiş. Çünkü hepsi sadece ve yalnız Allahın rızasını kazanmak için yardım yaparlarmış.
“Vermek namus-i ilahidir. Herkese nasip olmaz” düsturuna riayet edilmelidir elbette. Ancak çocukları ve gençleri hayırlı işlere yönlendirmek için en uygun yol kendilerine örnek alabilecek mümtaz şahsiyetlerin mesela bakanımız gibi bir yardımda bulunurken geçmişin adabına uygun bir yol izlemeleri gerekir diye düşünüyoruz.
Geçmişi boş yere sayıklamıyoruz. Kendilerinden feyz aldığımız geçmişin o güzel insanları vakarları, zarafetleri ve kibar tavırları ile bize tarihin asaletini, medeniyetin güzelliğini hatırlatıyorlardı.
Örnek mi istersiniz. Hasta ziyaretinde ki şu inceliğe bakınız. “Hasta ziyaretleri hastanın gönlünü alacak kadar uzun, hastayı rahatsız etmeyecek kadar kısa olmalı” diyen o zamanın insanlarıydı.
Okuyoruz, Üsküdar’da bazı mahallelerde “fukara taşı” bulunurmuş. Mahalle sakinleri yatsı namazında camiye giderken taşın kovuğuna bir miktar para bırakırlarmış. Yatsı namazından sonra camiden ihtiyacı olanlar en son çıkar ve taşın yanından geçerken kovuktan bir miktar para alırlarmış. Bizim kültürümüzde yardımda gizlilik esastır. Halikın bilmesi yeterlidir.
Devlet adamlarımızın Edirne’de yaşanan bu vakadan alacakları dersler vardır. “El-hayru fi ma vaka” vuku bulanda hayır vardır. Genç kızımızın devletlülere yönelik “insanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Yanlarına her gelene, yanlarına geldiğinde elleri ceplerine değil, vicdanlarına gitsin.” Şeklinde dile getirdiği sözleri kırılan onurunun, incinen gururunun haykırışıdır.
“Yürek yanmazsa, gözden yaş çıkmaz” derler. Dilek kızımızın söyledikleri ve gözyaşları bizleri çok duygulandırdı ve düşündürdü.
Evet, “Bazılarının derdi paradır. Para ile her şeyin hallolacağını sanırlar.
Bazılarının derdi de “Değer”dir. Onlar değerlerine fiyat biçtirmezler. Şahsiyetleri, kimlikleri, kutsalları vardır. Paranın gücüne teslim olmazlar.”
Dilek Özçelik kızımıza ve ilaç bulmada güçlük çeken tüm hastalarımıza acil şifalar diliyoruz.
Naci Konyar