Anadolu’da Sessiz Bir İz Bırakanlar: Molokanlar

0
90

Anadolu’nun tarihine baktığımızda, kimi topluluklar vardır ki sessizce gelip geçmişlerdir ama geride bıraktıkları izler hiç silinmemiştir. Kars’ta uzun yıllar yaşayan Molokanlar da işte böyle bir topluluktu. Onların hikâyesi, sadece bir göçün ya da sürgünün hikâyesi değil, aynı zamanda çalışkanlık, dürüstlük ve barışçıl bir inanç anlayışının Anadolu’daki yansımasıdır.

Molokanlar ismi, Rusça “moloko” yani süt kelimesinden gelir. Ortodoks kilisesinin katı oruç kurallarına uymamış, oruç günlerinde bile süt ve süt ürünlerini tüketmişlerdir. Bu yüzden onlara “süt içenler” anlamında Molakan denilmiştir. Bu davranış, görünürde küçük ama özünde çok büyük bir başkaldırıdır. Çünkü Molakanlar, dini yaşamı kilisenin kurallarıyla değil, kendi vicdanlarıyla sürdürmeyi seçmişlerdir. İncil’i tek yol gösterici saymış, ruhban sınıfının, ikonaların ve gösterişli ayinlerin hükmünü reddetmişlerdir.

Kökenleri Orta Asya’ya dayanan Molakanlar, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Rusya’da yaşamış, fakat askerlik yapmayı, silah taşımayı reddettikleri ve savaş karşıtı duruşları yüzünden çar yönetimi tarafından sürekli sürgünlere maruz kalmışlardır. 19. yüzyılda yolları Kafkasya’ya, ardından da Osmanlı topraklarına, Kars’a düşmüştür.

Kars’ın sert ikliminde kısa sürede kök salmışlardır. Toprağı işlemiş, hayvancılıkla uğraşmış, özellikle süt ürünlerinde ustalık göstermişlerdir. Kars kaşar peynirinin gelişmesinde onların emeği büyüktür. İnşaat işlerinde de usta olmuş, taş evler, değirmenler, köprüler yapmışlardır. Bugün hâlâ Kars’ın köylerinde ayakta duran bazı taş yapılar Molakan ustalarının elinden çıkmadır.

Molokanlar ın günlük yaşamı sadelik ve üretkenlik üzerine kuruluydu. Kadınları yazmaları ve önlükleriyle hem tandır başında hem de tarlada çalışır, erkekleri sabahın erken saatinde işine gider, akşam alın terinin emeğiyle evine dönerdi. Sofralarında süt, peynir, yoğurt ve ekmek eksik olmazdı. Düğünleri de sade olurdu. Gösterişten uzak, ama coşkulu bir ortamda yapılır, içki yerine süt ve süt ürünleri sofrayı süslerdi. Gelinlikler gösterişli değil, sade ve zarif olurdu. Asıl önemli olan, yeni bir yuvanın kurulması ve komşularla dayanışmanın artmasıydı.

Çocuklarını küçük yaşta çalışmaya ve dürüstlüğe alıştırırlardı. Onlara göre inanç alın terindeydi. Çocuklar daha küçük yaşlarda tarlada, ahırda sorumluluk alır, hayatın içinde yetişirdi. Eğitim sadece okulda değil, hayatın kendisinde verilirdi. Misafirperverlikleri de dillere destandı. Kapılarını çalan yabancıya sofralarını açar, evde ne varsa paylaşmaktan geri durmazlardı.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir kısmı Sovyetler Birliği’ne geri döndü, bir kısmı ise Anadolu’nun batı şehirlerine göç etti. Bugün hâlâ Anadolu’da yaşayan birkaç Molakan ailesinden söz edilse de çoğu asimile olmuştur. Rusça konuşmayan, eski ibadetlerini sürdürmeyen genç kuşaklar artık Türk komşularıyla iç içe, onların kültürünün içinde yaşamaktadır.

Yine de Molokanlar ın hikâyesi bize çok şey anlatır. Onlar, alın teriyle yoğrulmuş emeği, sadelikten gelen inancı, komşuluk ilişkilerindeki dürüstlüğü ile Anadolu’nun sessiz ama kalıcı izlerinden biridir. Bugün belki isimleri unutuluyor, topluluk olarak eriyip gidiyorlar; ama yaptıkları evlerde, yoğurdukları sütlerde, misafirlerine açtıkları sofralarda ve toplumda bıraktıkları güven duygusunda hâlâ yaşamaktadırlar. Molokanlar ın hikâyesi bize farklı kültürlerin bir arada nasıl barış içinde yaşayabileceğini hatırlatır.

İsmail Erdal Emekli Eğitimci Muğla 2025

NOT: “Yerinde görmesem de tanıklıklardan ve araştırmalardan derlediğim bu yazı, Anadolu’nun unutulmuş bir halkının izlerini hatırlatmak içindir.”

Yorum Ekle