Taşova küçük yer. İş yok, çalışmaya iş yeri yok. 1980 öncesi olaylarda da sonrasındaki toplum çekişmelerinde de sorun önce işsizlik.
İşi olan insan olaya bulaşmaz. İşi olan kişinin sorumluluğu vardır. Düşünür ve fevri davranışı olmaz.
Taşova gençleri “baba parası” harçlıklarla hükümetin bahçede masalarda, çayırlarda zaman geçirirken arkadaşlarıyla çay paraları ya “Alman usulü” herkes içtiğinin parasını ya da “bir sen bir ben” hesabı ile karşılıklı ödeşmede.
Hükümetin parkında işsiz gençler birilerinin yönlendirmesi ile sık sık karlı karşıya gelip kavga çıkarmakta. Bir gruba ait olma güdüsünün tatmini gibi bir durum. Bir çoğu günümüzde bile iki taraftan da kitap falan okumamış. Ne Türkeş’in “dokuz ışık” ne de “Karl Marks’ın Kapital” kitaplarının sadece belki adını biliyor. Ama hergün kavga, hergün olay. Nedenini tam olarak bilemeden.
İşsiz insan ” sorunlu” insan.
İşi olan insan” sorumlu” insan.
İşi olan insanın kaybedeceği çok şeyi var aslında. İşi olduğu için güvende hissettiği bir benliği, işi olduğu için sevinen ana-babası, işi olduğu için daha yakın gördüğü evlilik hayali…
İşte o yıllar sene 1985-1986 Ankara’da 4- 5 yıl yaşamışlığın deneyimindeyken orada kurduğum ilişkilerin semeresini almak ve hemşerilerime yardımcı olabilmek amacıyla özellikle ülkenin polis ihtiyacının karşılanması için başlatılmış bir tür kampanyada tuzum bulunsun diye; Babama “varsa çevrende fakir fukara lise mezunu polis olmalarına yardımcı olacak ilişkilerim var” diyorum. Babam rahmetli Taşova’nın hemen tüm köylerinde tanıdığı, eşi – dostu olan birisi. Tanıdıklarından da bir çoğunun evinde ne yenir ne içilir, kiminle ne sorunu var, başında ne derdi var bilir, haberi olur.
O kadar çok kişi gelir ki aklına. Ama benim kontenjanım sınırlı. En çok 5 kişi.
Babam bulmuş kendine göre birlerinin çocuklarını. Kardeşim Mustafa da birini katmış çalıştığı, görev yaptığı köyden.
Polis adaylarının biri hariç hiç tanıdığım yok. Hiç de sorgulamıyorum kim kimdir kimin nesidir diye.
Ankara… 1985 Yazı.
Bir büyüğümüz var Ankara Emniyet Genel Müdürlüğünde. Kendisi bir polis memurundan çok daha fazlası. Ne zaman ziyaretine gitsem ilgilenir, yakınlığını gösterir bir önemli hemşeri. Bir arkadaşımın dayısı. Konur Sokak 42 numarada Genel Müdürlük çalışanı. Kendisine sağlıklı yıllar diliyor, minnetle anıyorum. (İzin almadan ismini açıklayamıyorum.)
Asfalt kokusunun nefesimizi yaktığı gün Ankara’dayız. Benim Müfettişlik mülakatım ile aynı gün ve hemen hemen aynı saatlerde “Polislik Mülakatı” da…
Mülakattan bir gün önce. Ankara’ya gelmişken gezip dolaşıyoruz birlikte Zafer Çarşısı, Gençlik Parkı… Hatta Zafer Çarşısı önünde Gazi Eğitimden Hocam Rasim BAKIRCIOĞLU’na rastlıyoruz. Ayak üstü kısa sohbet.
Yarın Müfettişlik için mülakat var Hocam
Geçmişte olduğu gibi ummadığınız yerden ummadığınız sorular gelebilir Güner. Mülakat zaten başlı başına sorunlu bir seçme işidir bilirsin. Geçmişte MC
Döneminde de bir siyasi parti liderinin doğum yerini ya da babasının adını sordukları gibi sana da sırf elemek için İktidardan bir siyasetçinin sülalesi sorulabilir. Ancak şunu bil ki; Sen ve arkadaşların benim gözümde çoktan “Müfettiş” oldunuz bile.
Vay be. Neredeyse Kırk yıl geçmiş aradan.
Genç “polis adayları” için bir otel odası ayarlıyor sonra gecekondu mahallesindeki evime geçiyorum ertesi gün için randevulaşıp. Sabah erkenden otelden alıp Konur Sokak önünde hazırız.
Adaylardan biri biraz “kel”. Saçları önden biraz dökülmüş. Bir diğerinin bacağında “varis” var. Bana söylendiğine göre bu tür özellikler “polis olmak için” olumsuz durum. Pek çok polis adayı bu nedenlerden kaybetmiş mülakatı.
O yıllarda polis adayı herkesin yakından ismini bildiği, mülakattaki fiziksel durum tespitinin ün yapmış Doktor hanımı “ Bu eleme onların geleceğini korumak için. Yarın polis olduğunda kel birinin kendisini kamufle etmesi zordur. Tanınır ve hem görevini yerine getiremez hem de belki kötü bir durumla karşılaşır. Varisi olan kişi de polis olmamalı. Yarın polis olduğunda “haydi suçluyu yakala, koş dendiğinde ya da kaçması gerektiğinde koşamazsa ne yapacak? “Hak da veriyorum ama bu arkadaşlar polis olamazsa zaten hayatları kararacak” diye düşünüyorum. Şanslarını denemeliler.
Konur Sokak Emniyet Genel Müdürlük Birimi önünde tek sıra olmuş bekliyor adaylar. İçerden bir sandalye kapıp geliyorum “varisi” olan arkadaşa. Yakındaki dükkandan da bir buz torbası. Sırası gelene kadar otursun ve buz koysun ki “varis” kalınlaşıp dışa vurmasın.
Sonuçta o adaylar polislik sınavını kazandılar. Polis oldular. Sonra birisi (O da izin için geldiği Taşova’da) hariç diğerlerine hiç rastlamadım. İnanın o birisi hariç diğerlerinin isimlerini de hatırlamıyorum. Onlar da hiç arayıp sormadılar zaten. Sağ olsunlar (!)
Ben onları mülakata soktuktan sonra koşarak Milli Eğitim Bakanlığı Başöğretmen Salonundaki mülakata yetiştim. Amasya trafik numarasına göre Beşinci sıradaydı. Tam öğle arası verilmeden önce yetişmiştim mülakata.
Salon kapısın önünde biriken “Milli Eğitim Müfettişi Adayları” mülakattan çıkana “Ne sordular? Ne sordular? “ diyerek etrafını çeviriyor bilgi almak istiyorlardı.
Mülakattan çıkan bir aday arkadaşa yetişmiştim. Salondan çıktığında yüzü kıpkırmızıydı. Şaşkındı. “Kıble ne tarafta?” diye sorulmuş.
Güney yön olarak kıbledir.
Gece uçakla giderken uçak düştü ve bir ormandasın. Namaz kılacaksın. Kıbleyi nasıl bulursun?
Kutup Yıldızına …
Gece hava bulutlu Yıldızlar görünmüyor.
Ağaçların yosunlarına…
Ağaçlar çok ince gövdeli ve yosun yok.
Arkadaş ne dediyse karşılığında bir soru. Sonunda “pes” ederek mülakatı bitirmiş. Herkes çok şaşkın. Ben ve benim arkadaşlarım tam Dört Yıl, diğerleri ve hatta mülakata çağırılanların pek çoğu “Kısa Dönem Kurs” (sanırım 4 ay kadardı) bitirmişlerden.
Kısa Dönem Kurs bitirenlerin 4 ay, veya benim gibi Gazi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde Dört koca yıl eğitim almışların, öğrendiklerinin hiç önemi olmayan bir mülakat.
Sanki Milli Eğitim Bakanlığına değil de Diyanet İşleri Başkanlığına Müfettiş mülakatı.
Girdiğim bu mülakatlardan sonuncusu yine Milli Eğitim Bakanlığına alınacak müfettişlerin seçimi için oldu bir Kasım ayında Ankara’da. Onu da yazıyorum anılarımda. O gün yine ve tekrar anlamıştım “Ülkede liyakata yer olmadığına”.
Maalesef bu “mülakat” anlayışı halen devam etmekte Öğretmen seçiminde ve daha bir çok Devlet Memurluğu atamaları öncesinde bir çok Kamu görevi için. Aldıkları eğitim hiçe sayılarak, sırf kendi adamları kadroda yer alsın diye “torpil” hep ön sırada.
Bu tür mülakatların sonucunu herkes tahmin de edebiliyor tabi.
Herkesin hak ettiğini, hak ve haklıyı savunanlar tarafından (!) engellenmeden alması dileğiyle…
Hak yiyenlerden olmadan ve hak yiyenleri “haklı görmeden” yaşamanız ümidiyle…
Celal GÜNER – Düzce – 2 Haziran 2024.