Henüz ilkokula başlamadan da kalemle deftere karşı büyük ilgim vardı. Bolca resimlerin olduğu kitaplara da merakla bakardım. Ablamla ağabeyim ders çalışmak isteyince sofranın üzerine kitap, defter ve kalemleri koyup ders çalışırlardı. Ben de onların yanına oturup ders çalışmalarını seyrederdim. Bana kalemle kâğıt verdiklerinde mutlu olduğumu hissederdim. Ben de kitaplarda gördüğüm harfleri yazmaya çalışırdım. Bundan da oldukça zevk alırdım. Benim yazı yazmaya olan aşkım, böyle başlamış oldu. Okumayı bilmeden keyifle yazardım.
Bizim evde bolca kitap okunurdu. Sevgili babamın kitap okuma sevgisi bizi de etkilemişti. Babam çocuk dergisi, roman, hikâye alırdı bolca, okumamız için. Babamın aldığı eserler, tarihe doğru taraftan bakmamı, dinime ve vatanıma sonsuz bir aşkla bağlanmamı sağladı. Ayrıca Türklüğümüzün övünülecek bir özellik olduğunu hep dile getirirdi. Babam evimize gelen misafirlere ve bazen bizlere de kitaplardan ilgisini çeken yerleri okurdu. Bilen bilir, babamın sohbeti doyurucuydu. İnsanlarla konuşurken derin bilgisiyle, olaylara bakış açısıyla dinleyenleri etkilemeyi bilirdi.
Benim için büyük önem arz eden bir konuyu burada yazmazsam olmaz. Geçende gördüğüm bir haber başlığı beni çocukluğuma götürürken babamın ne kadar ileri görüşlü bir insan olduğunu gururla düşündüm: “Ekrana sıklıkla maruz kalan çocuklarda otizm benzeri tablo ortaya çıkabiliyor. ” Çocukluğumda bizim evde televizyon yoktu. Tabii o zaman herkesin ama herkesin televizyonu vardı, siyah beyaz ekranı olan… Zamanla renkli televizyon, herkesin evinin başköşesinde yer aldı. Bizim hâlâ televizyonumuz yoktu. Milletin “olmazsa olmaz” dediği televizyonu ise babam çok uzun bir zaman eve almamıştı. Çocukken neden bizim televizyonumuz yok diye hayıflanırdım ama çok sonraları babamın bu tavrını yerinde bulacaktım. Şimdi çocuğunu ekrandan uzak tutmayı başarabilen anne babalar takdir ediliyor. Biz ekrana maruz kalmaktansa babamın bizler için aldığı eğitici çocuk dergileri, hikâyeleri, romanları okuyup büyümüştük.
Kendi hâlimde yazı yazardım, günlük tutardım ama gazete için yazı yazmaya babam teşvik etmişti. İlk yazımı -yanlış hatırlamıyorsam 2001 yılında- saplandığımız bir illet olan dedikodu hakkında yazmıştım. Babama okuttuğumda “Gayet güzel oldu ve önemli bir noktaya parmak basmışsın.” demiş ve ardından eklemişti :”Yazmaya devam et!” Sevgili babamı tam olarak dinlemesem de (yıllardır yazmadığım oldu) zaman zaman yazı yazdım ve çoğu, Taşova gazetesinde yayımlandı.
Babam şiir okumayı bilhassa Abdurrahim Karakoç’un şiirlerini çok severdi. Bir gün Ankara’dan geldiğimde güzel bir sohbetin ardından babam Abdurrahim Karakoç’un kitaplarından bir tanesini seçip saatlerce şiir okumuştu. Babamı dinlerken büyülenmiştim çünkü ses tonu çok güzeldi, şiirleri mükemmel okurdu. Saatlerce süren bu şiir dinletisi, babamla ilgili unutamayacağım en güzel anılardan biri olmuştu benim için.
Ve babamsız 8. yıl. Her geçen gün artan özlemle, güzel anılarla sevgili babamı hayırla yâd ediyorum.
Düşünüyorum da ahiret inancımız olmasaydı sevdiklerimizden ayrı kalmamızın acısını nasıl ve neyle bastırabilirdik? İyi ki ahiret var. Sevdiklerimize ahirette kavuşacağımız düşüncesi biraz olsun acımızı dindiriyor. Bu yazıyı okuyan herkesten babamın ruhuna bir fatiha okumalarını istirham ediyorum. Selam ve sevgiyle…
F. Sema Günaydın Bayram

Yıl 1998 Matbaada çekindiğimiz bir fotoğraf; Cemil Konyar, Ahmet Günaydın, 27 Mart 1971’de Taşova gazetesinin Kurucusu Ali Rıza Günaydın ve 31 Ocak 2008’de fotoğrafın çekinildiği tarihte 7 yaşında olan Taşova Gen Tr’nin Kurucusu Abdullah Faruk Günaydın.


