Enver Seyhan
Yine ebesinden ve yayladan girdi konuya. “ben o zaman daha on yaşındaydım” dedi. “sen ne arıyoň dünyada.” efkârlandı. yaylalar gibi başını duman bürüdü, gözlerine aşağı puňarın suyu yürüdü. durdu düşündü gözlerini sildi. “insan” dedi “geçmişi özlüyor.” “bilir misin?” diye sordu. “taş kesü:nü.” “elbette biliyorum ben de, oralara çok gittim, oduna gittim.” ayrılamadı ebesinden ve yayladan; yaylanın koyu gölgeli gürgen ağaçlarından. gitti bir gürgenin dibine oturdu: “yaylanın etrafı, dört bir yanı ormanla çevrili. ormanın içi ferah ve biraz da karanlık. o zaman daha ormanlarda kesim kesenek yoğudu. orman kalındı kalın.”
derken, o yıllarda ormanlarda kesime izin verildiğinden, yaylaya nakliye kamyonlarının geldiğinden söze girdi. “kamyoncular, ormancılar ve işçiler yaylaya gelirler ve ebem onları doyururdu; birkaç bakır yoğurt ve ekmek verirdi, yerlerdi” dedi. yaklaşık elli sene öncesinden, insanlıktan, komşuluktan ve birlik beraberlikten bahsetti. aklım eriyor benim de, yetmişli yıllarda yaylalara, en azından orman köylerine yol yapıldı. galiba devlet araçları sarı renkliydi, renginden biliniyordu. taşıma araçlarıyla nakliye yapıldı, dozer ve greyderler orman bölgelerine yol açılması için gece gündüz çalıştılar. yollar toz – toprak yollardı. şehirden şehire giden yollara “şose” derlerdi.
kumluk, Kumluca gibi yerleri tarif etti. Kumluca’nın çeşmeyi bilip bilmediğimi sordu. unuttum artık. sorduğu yerlere gitmeyeli ve görmeyeli yaklaşık kırk sene oldu. yaprak tepesi, çalıca, koca gürgenin dere, taştan akan su, Gücükgeriş gibi yerleri saydı durdu. saydığı yerlerden bazılarını unuttum. o kadar çok yeri hatırlıyor ki. ormanlardaki yabani hayvanları anlattı. kurt ve hınzır gibi hayvanların o gün de bugün de evcil hayvanlar için, insanlar için tehlikeli olduklarını söyledi. hatta emmilerinden birinin, bir ineğini, kurdun memesinden yaraladığını ve ineğin acıya dayanamayıp öldüğünü biraz da hüzünlü kelimelerle ifade etti. geçmişin uçsuz bucaksız zamanlarında dolanırken ve dolaşırken mutlaka gözlerinden yaş akıttığını görürüm. o günlerde, hayalen de olsa gerçekmiş gibi yaşadığını, tekrar ederek hatırlayarak kendini teskin ettiğine şahit olurum; zaman zaman girer bu konulara, gezer dolanır, uzunca seyahat eder.
“Ebem büyüttü” beni der arada bir. ebesiyle anısı çok. ebe, aslen Tekkeli veya Fındıcaklı. buralar bugün de şeyhli köyüne bağlı olmalılar.
Buralardan Sepetli ve Oba köyüne gelin olanlar fazlaca. vaktinden beri kız almışlar, elbette oralara gelin gidenler de olmuş. ebesi, karanlıktan çok korkarmış. sebebini de, babasının gavurlarca öldürülmesine bağlıyor. ebesinde böyle bir korku kalmış. tabii ki asla kolay değil. çünkü, gavur azması devrinde rum eşkıyalar memlekette yakmadık yıkmadık yer bırakmamışlar. zulüm ve ölüm kol gezmiş üç beş sene Lâdik, Canik, Cobu, Taşova, Amasya, Merzifon, Şeyhli (Taşova), Şıhlı (Ladik), Erbaa ve dolaylarında. bu nedenle 1900 yılından 1922 yılının sonlarına kadar bölgede köylerden köylere göç olmuş. sığınma olmuş. çocuklar yetim ve öksüz kalmış. “ebemin oğulları var” diyor. yani şeyhli köyünde kalmışlar. ebesinin ölen veya öldürülen kocasından çocukları. hatıraların dalından tutuyor ve bir müddet onlarla muhabbet ediyor. duruyor, konuşmayı kesip nefesleniyor.
“göç yolu vardı” diyor. çakmak deresinden, Kırdibi’nden dağa doğru, Elmapınarı yaylasının altından Kumluca’dan yaylaya gidilen yolu anlatıyor. fakat ben o yolu bilmiyorum. anlattığı yıllar, 1950 yılından 1970 yılına kadar. o yıllar bana uzak. ayrıca, yayla dedesine ait olduğundan dolayı köyden kimsenin orada yeri yok. elbette Oba köyünün, Sepetli köyünden ayrılarak ayrı bir muhtarlık ihdas edildiğinden beri yine eskisi gibi o bölgeden kış ve yaz aylarında odun temin ettiği gerçeği var. fakat Oba köyü bugün, artık ormanla ilişkisi kalmayan bir köy gibi. 1975 yılı öncesinde kışlık yakacak odun o bölgeden eylenir ve kağnılarla getirilirdi.
Kasım ayı sanki odun çekme ayıydı. oba köyünde, ormanda baltayla odun kesmeye, hazırlamaya, yüklemeye fiil olarak “odun eylemek” derler.
günlük olarak eskilerden bahsetmese olmaz. eskilerden konuşmak hoşuna gidiyor anlaşılan. eski insanları anmak, onlarla temas etmek, onlarla yaşadığı anları, zamanları tekrar etmek gönlüne mutluluk veriyor. yayladaki acuk ağacı ve acuk pekmezi hatıralarında taptaze. tadı ekşi olur, biliyorum. bilmem ki bugün ormanlarda, acuk, çördük ve ahlat ağacı kaldı mı? bir de ayrıca gudure’den sonra dağa sarınca, sağda solda görülen ardıç fidanları büyüdü mü? ardıç ağacı verep yerlerde, çorak topraklarda büyür; oraları yurt edinmiş besbelli kendine. kırk senedir oralara yolum düşmedi. unutmasam da gönlüm yatıştı, kabul etti. bu saatten sonra zor.
Önemlidir; gelmişten geçmişten konuşurken yanındaki kişi hem olayları bilecek, hem haberdar olacak ve hem de mukabele edecek.
muhabbetin tadı da burada zaten.
Bugünlük yeter, muhabbetle.
ES
21 Haziran 2025

