“Unutulan Kanatlar ve Susturulan Fabrikalar”

0
233
İsmail Erdal – Emekli Eğitimci
Toplu iğne bile üretemediğimizi söyleyenlere inat, biz bir zamanlar uçak üreten bir ülkeydik.
Evet, yanlış duymadınız: Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yani 1926 ile 1942 yılları arasında, 7 ayrı modelde 212 uçak üretmiş bir Türkiye’den söz ediyorum.
Bugün “nereden nereye geldik” diyorsanız, elbette haklısınız; ama asıl sormamız gereken, “neden o günlerde kalabildik?” sorusudur.
Vecihi’nin Kanatları
Vecihi Hürkuş…
Türk havacılığının öncüsü, imkânsızlıklardan kanat yaratan bir adam.
Kendi tasarımı olan uçağına “Vecihi XIV” adını veriyor.
Ama o dönemde Türkiye’de uçuş sertifikası verecek bir kurum olmadığı için, uçağını söküp trenle Çekoslovakya’ya gönderiyor.
Orada yapılan testlerden başarıyla geçiyor ve sertifikasını alıyor.
Düşünün: Bir Türk mühendisi, kendi ülkesinde onay alamadığı uçağını Avrupa’ya taşıyıp tescil ettiriyor!
Bu bile başlı başına, nasıl bir iradenin nasıl bir bürokrasiye takıldığının göstergesi değil midir?
Nuri Demirağ’ın Rüyası
Bir başka öncü: Nuri Demirağ.
Atatürk’ün bizzat soyadını verdiği bu girişimci, “Türkiye’nin uçağa ihtiyacı varsa, uçağını kendi yapmalıdır” diyerek yola çıktı.
Yeşilköy’de Elmas Paşa Çiftliği’nde kurduğu büyük tesiste, hangarları, atölyeleri ve pistleriyle ilk yerli yolcu uçağı NUD-38’i 1938’de gökyüzüyle buluşturdu.
Fakat THK (Türk Hava Kurumu) siparişlerini iptal etti, aldığı 65 planör ve 20 eğitim uçağını geri çevirdi.
Oysa ABD’nin “yardım” adı altında gönderdiği uçaklar bedavaydı; kim yerli üretime para versin ki?
Sonra da bir Hava Kuvvetleri Komutanı’nın şu sözü tarihe geçti:
“ABD’den bedava uçak alırken, senin fabrikanıza sipariş verirsem yarın bu millet beni asar.”
İşte o cümle, yerli sanayinin idam fermanı oldu.
Demirağ pes etmedi, 6 kişilik yolcu uçağıyla İstanbul-Ankara seferlerine başladı.
Ama “savaş malzemesi taşıyor” bahanesiyle izinleri iptal edildi.
Fabrikası susturuldu, hayalleri yarım bırakıldı.
Şakir Zümre’nin Sessiz Patlaması
Bir de adı pek anılmayan ama tarihin tozlu raflarında büyük bir yer tutan Şakir Zümre var.
1885 Varna doğumlu bu vatansever, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’nin ilk özel silah ve mühimmat fabrikasını kurdu.
Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün yakın dostu olarak cepheye gizlice mühimmat gönderdi.
1925’te İstanbul Haliç’te kurduğu fabrikada el bombası, top mermisi, deniz mayını ve uçak bombaları üretmeye başladı.
Kendi imkanlarıyla, dışa bağımlı olmadan…
Ancak II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin Marshall Yardımı devreye girince, ordumuz “bedava silah” almayı tercih etti.
Şakir Zümre’nin fabrikası siparişsiz kaldı, makineleri sustu.
Bir zamanlar Türkiye’nin ilk bombalarını üreten fabrika, bu kez soba ve mangal fabrikasına dönüştü.
Evet, yanlış duymadınız: Bağımsızlık için mermi üreten eller, ısıtmak için soba üretmeye mecbur bırakıldı.
Kaybedilen Değil, Unutturulanlar
Vecihi’nin kanatları, Demirağ’ın fabrikası, Zümre’nin atölyesi…
Hepsi aynı kaderi paylaştı.
Kıskançlık, öngörüsüzlük ve dışa bağımlılık, bu topraklarda kendi göğünü kurmak isteyenlerin önünü kesti.
Ama unutmayalım:
Onlar sadece mühendis değil, bağımsızlığın mimarlarıydı.
Ve her biri, Cumhuriyet’in en parlak ideallerinden birini temsil ediyordu:
“Kendi üreten millet, kendi geleceğini de yazar.”
Bugün yerli üretimden söz ederken, bu isimleri unutmamak; onların hayallerini yeni kuşaklara aktarmak, bir tarih borcu değil, bir vicdan borcudur.

Yorum Ekle