İsmail Erdal ın kaleminden
Elime Arif Doğan’ın paylaştığı 1915 yılı öncesine ait Tokat fotoğrafı geçtiğinde, yalnızca birkaç insanın bir araya gelip müzik yaptığı bir kare görmedim. Ben bu fotoğrafta, bir şehrin çok kültürlü ruhunu, kaybolan dostlukların izini ve geçmişin bize bıraktığı ağır dersleri gördüm. Sararmış kâğıdın üzerinde donmuş yüzler, aslında zamanın bir anını değil, koca bir hayatı taşıyor.
O yıllarda Tokat, Anadolu’nun en renkli şehirlerinden biriydi. Müslüman Türkler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve daha küçük topluluklar aynı sokaklarda yaşıyor, aynı çarşıda alışveriş ediyor, bayramlarda birbirlerinin kapılarını çalıyordu. Bir evden ezan sesi yükselirken öteki evden kilise çanı duyulabiliyor, Paskalya çöreğinin kokusu Ramazan pidesinin yanına karışabiliyordu. Kuyumculukta Ermeni ustaların adı öne çıkarken, dericilik ve bakırcılıkta Türk ve Rum esnafın emeği görülüyordu. Bu şehir, birbirine benzemez renklerin yan yana geldiğinde nasıl bir ahenk yaratabileceğinin canlı örneğiydi.
1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine baktığımızda bu çeşitlilik daha net görülür. Tokat sancağında yaklaşık 180 bin nüfus bulunuyordu. Bunun büyük çoğunluğunu Müslüman Türkler oluştururken, 40 bine yakın Ermeni, 5 bine yakın Rum, birkaç yüz kadar Yahudi ve az sayıda Süryani yaşamaktaydı. Bu rakamlar bize şunu gösterir: Tokat yalnızca bir Osmanlı şehri değil, farklı inançların ve milletlerin yüzyıllardır kök saldığı bir yerdi. Ermeniler genellikle Kuyumcuzade ve Sulu Sokak civarında, Rumlar ise daha çok bağcılıkla uğraştıkları mahallelerde yoğunlaşmıştı. Yahudilerin küçük bir cemaati de şehir merkezinde ticaretle uğraşıyordu.
Fotoğrafta gördüğüm müzisyenler ve eşraf bana o günlerin sosyal hayatını hatırlatıyor. Tokat’ta düğünler, cemiyet toplantıları ve şenlikler yalnızca aile içi kutlamalar değil, bütün şehri içine alan bir buluşmaydı. Davulun yanına keman, zurnanın yanına kanun katılır, Türk’ün türküsüyle Ermeni’nin hoyratı, Rum’un ezgisiyle Yahudi’nin melodisi aynı sofrada birleşirdi. O günkü insanların yüzlerine baktığımda, hem şenliğin coşkusunu hem de ağırbaşlı bir kültürün izlerini okuyorum. Ne kadar zor zamanlar yaklaşırsa yaklaşsın, insanlar yaşamın ritmini müzikle, sohbetle, birliktelikle diri tutmayı bilmişler.
Tokat’ın sokaklarında o dönem medreseler, camiler, kiliseler ve sinagog yan yana bulunuyordu. Behzat Deresi çevresinde Müslüman mahalleleri, Ermeni kiliseleriyle çevrili semtler, Rumların taş evleri ve Yahudi cemaatinin küçük ibadethanesi aynı şehirde nefes alıyordu. Bakırcılar Çarşısı’nda bir Ermeni ustanın çekiç sesine, yan dükkândaki Müslüman kalfanın tok sesi eşlik ediyor, kervansaraylarda farklı toplulukların tüccarları aynı sofrada yemek yiyordu. Tokat işte bu yan yanalığın, birbirini tamamlamanın şehriydi.
Ne var ki, fotoğrafın taşıdığı yıl aynı zamanda bir kırılmanın eşiğini de işaret ediyor. 1915, bu çok sesli, çok renkli yapının zorla bozulduğu, ayrılıkların ve acıların başladığı tarihtir. Belki de bu fotoğraftaki insanların bir kısmı birkaç yıl sonra o topraklarda kalamadı; evlerini, sokaklarını, çocukluklarını geride bırakmak zorunda kaldı. İşte tam da bu yüzden bu kare, bizim için sadece nostalji değil, aynı zamanda bir hatırlatma ve uyarıdır.
Ben bu fotoğrafa bakarken, Tokat’ın çok kültürlü dokusunu yeniden duyumsuyorum. Çarşıda bir Ermeni kuyumcunun ince işçiliğini, Rum manifaturacının titizliğini, Türk dericisinin emeğini, Yahudi esnafın ticaret zekâsını düşünüyorum. Hepsi bir aradayken şehrin nasıl bereketlendiğini, kültürün nasıl çoğaldığını fark ediyorum. Ve sonra bugüne dönüp şu soruyu soruyorum: Biz neden bu renkleri kaybettik, neden birlikte yaşamı koruyamadık?
Bu kare, bana geçmişi yalnızca acıyla değil, dersle hatırlamamız gerektiğini söylüyor. Çünkü kinle değil, bilinçle hatırlanan tarih geleceğe ışık tutar. Tokat 1915 fotoğrafı bize şunu fısıldıyor: Farklılıklarımızı yok etmek değil, onları zenginlik bilmek insana yakışandır. Müzik hiç susmaz, dostluk hiç kaybolmaz, kardeşlik hep yeniden kurulabilir. Yeter ki kulak verelim, yeter ki hatırlayalım.
İsmail Erdal Muğla