TAŞOVA GENÇLERİ VE KAYIP BİR BAHAR…

0
2
12 Eylül’ün Çaldığı Yüzyıl:
Yavuz Pelitli’nin bu siyah-beyaz fotoğrafını gördüğümde içimden bir sızı geçti. Taşova’nın, Amasya’nın, Anadolu’nun dört bir yanında yetişen o pırıl pırıl gençleri düşündüm. Aynı yılların tanığı olarak biliyorum: Bu yüzlerdeki kararlılık bir öfke değildi; ileriyi, özgürlüğü, eşitliği isteyen temiz bir iradeydi. Her biri bir köyün, bir mahallenin umudu… Kimi öğretmen olacak, kimi mühendis, kimi doktor… Ama hepsinin ortak yanını yıllar sonra daha net anladık: Bu gençler yurtsuz değil, yurtları için mücadele eden çocuklardı.
O yıllar Anadolu’nun yoksul evlerinden çıkan gençler, bir adaletsizliğe “dur” demek için ayağa kalkmıştı. Üniversitelerde, meydanlarda, köy okullarında, fabrikalarda… Kimse kendisine bir makam istemiyordu. Kendileri için bir pay değil, toplum için bir nefes istiyorlardı.
Hak, emek, özgürlük, eşitlik…
İstedikleri bundan başka neydi?
Ama devlet, o gençlere sahip çıkacağına, onları geleceğin taşıyıcıları olarak göreceğine, asırlık bir hatanın kapısını açtı. 12 Eylül sabahı Türkiye’nin üstüne karanlık bir gölge düştü. Bu darbe sadece gençleri değil, bir ülkenin kaderini tutukladı.
Bugün herkes farklı rakamlar söyler ama gerçek rakam istatistiklerde değil, insanların kalbindedir:
Binlerce genç işkenceden geçti, binlercesi cezaevlerinde çürüdü, yüzlercesi idam edildi, yüzbinlercesi fişlendi, dışlandı.
Ve bir ülke, en çok ihtiyacı olan “aydın aklı” genç yaşta kaybetti.
12 Eylül Türkiye’yi en az yüz yıl geriye götürdü derken abartmış olmuyoruz. Darbenin en büyük tahribatı, toplumu sindirmesi, düşünmeyi suç haline getirmesi, korkuyu kuşaklara miras bırakmasıydı.
Fotoğrafa bakınca şunu görüyorum:
Bu gençlerin hiçbiri suçlu değildi.
Onların tek “suçu”, bu memleket için daha iyi bir hayat düşlemekti.
Gün geldi düşünmek delilik, soru sormak suç, hak aramak tehlike ilan edildi.
Ama yine de tarihin terazisi şaşmaz:
Bugün bu çocukların yüzüne bakınca “ilerici” olanın, “memleket sevdalısı” olanın kim olduğu çok net görülüyor.
Amasya Cezaevi’nin avlusunda çekilmiş bu fotoğraf, aslında bir toplumun çalınmış baharının fotoğrafıdır. Her birinin yüzünde yorgunluk ve umut iç içe duruyor. O gün baskıyla susturulan gençliğin idealleri, bugün daha net anlaşılıyor. Çünkü hakikatin nefesi güçlüdür; üstünü betonla da kapatsanız bir gün çiçek açar.
Bugün geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki:
Satır aralarına sıkıştırılan o gençlerin düşleri, bu ülkenin hâlâ en büyük ihtiyacıdır.
Özgür eğitim, adalet, laik düzen, yoksulluğa karşı üretken bir toplum…
Bu fotoğraf karşısında hüzünlensem de içimde bir gurur var:
Bu gençler doğru yerde durmuşlar.
Tarih onların haklılığını çoktan yazdı.
Ve önemli bir şey daha:
Bu ülke hâlâ, o gençlerin bıraktığı yerden kalkmaya çalışıyor.
Darbenin gölgesinden çıkmak; ancak onların cesaretini, emek sevgisini, adalet arayışını yeniden hatırlamakla mümkün.
Bugün yaşayan bizlere düşen ise yalnızca bir cümledir:
“Bu ülkeyi karartanlar değil, aydınlatmak için bedel ödeyenlerdir gerçek kahramanlar.”
Ve bugün geriye dönüp baktığımızda, 12 Eylül’ün o karanlık mirasının hâlâ gençlerin omzunda bir yük gibi durduğunu hissediyoruz. O günlerde demir kapılar ardında kırılan hayaller, bugün başka biçimde kırılıyor. Gençler artık gözaltı korkusuyla değil, gelecek korkusuyla yürüyor bu ülkenin sokaklarında. “Bu topraklarda nefes alamıyorum” diyen her gencin ardından yüreğimizden bir parça kopuyor. En yetenekli, en çalışkan, en pırıl pırıl evlatlarımız bavullarına yalnızca kıyafetlerini değil, kırılmış hayallerini ve tüketilmiş umutlarını da koyup gidiyorlar. Bir ülke için en büyük yıkım, kendi çocuklarına gelecek verememektir. 12 Eylül bir kuşağı hapsetmişti; bugün ise bir kuşak ülkesini terk ederek kendini özgürlüğe, demokrasiye, nefes alabilecekleri bir hayata emanet ediyor. Bu gidişleri izlerken insanın içi yanıyor. Bu ülkenin gerçek kaybı, işte bu sessiz göçtür; çünkü bir ülke gençlerini kaybettiğinde aslında geleceğini kaybeder.
İsmail Erdal – Eğitimci Yazar

Yorum Ekle