Adalet, demokrasi ve yeni nizamın sesi 1950 de; önce Avrupa’nın lideri İngiltere sırasıyla Amerika ve akabinde ise tüm dünya tarafından duyulmaya başlanmıştı. Tek partili dönem ise 27 yılın ardından bitiyordu. Ülke 1. Dünya Savaşı sonrası ilk kez demokrasiye açık hale gelmiş ve hafiften bir ses yükselmeye başlamıştı. Bu sessizliği naif bir sesle bozan Menderes acaba yıkılan Osmanlı’nın izlerini mi sürüyordu? Bu soru sesli sesli dillendirilmeye başlamıştı. Osmanlı’yı yıkmayı başaran aynı güruhlar iş başındaydı. Bu kadar çabuk taze bir Cumhuriyet şahlanamazdı. Buna izin verilemezdi…
Avrupa’ya gönderilen hanedan üyelerinin bir kısmı affediliyor. Ezan 18 yıl aradan sonra tekrar eski haline döndürülüyordu. Paraların üzerine tekrar Atatürk resmî basılıyor, Üniversiteler kuruluyor ( ODTÜ- KTÜ), Nato’ya giriliyor, Bankalar kuruluyor (Vakıfbank), Devlet Su İşleri kuruluyordu. Acaba Menderes ne yapmak istiyordu. Tekrar ayağa kalkmak için yapılan bu atılımlar CIA, MOSSAD tarafından sinsice izleniyordu.
Engellenmeliydi…
O günün muhalefeti ne kadar Cumhuriyeti kuran Liderlerimiz Atatürk gibi demokrasiyi savunsalar da sonradan gelen İnönü’nün düşüncesinde olanlar elbette vardı. Parti yüksek sesle dillendirmese bile muhalefet yapma gereği hafifte olsa cılız sesler Menderes’in gitmesi gerektiğine söylüyordu. Bunu da Murat Bardakçı’nın köşe yazısında ortaya koyduğu belgelerden anlıyoruz. Münir bey adındaki eski bir millet vekilinin Kan dökülmeden bu işin halledilebileceği 6 Mayıs’ta mutlaka iktidara gelineceği gibi söylemleri ve bu söylemlerin arasında sadece Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Menderes ve aralarında daha üç kişinin bulunduğu kişilerin öldürülerek bu darbenin neticeye ulaşabileceği söyleniyor.
Dr. Sezai Feray’ın istihbarat mektubu bazı Demokrat Parti Milletvekillerine ulaşmış olsada, Yassıada’da ki mahkeme kayıtlarında bu mektup bulunmuyor. Zannımca engelleri aşamıyordu bu mektup. Bu mektubun tam metni Bardakçı’nın son köşe yazısında belgesiyle birlikte bulabilirsiniz.
Neticede…
Silahlı Kuvvetleri içerisindeki bazı general ve subayların oluşturduğu 38 kişilik Milli Birlik Komitesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk darbesini, 27 Mayıs 1960’da, Demokrat Parti’nin (DP) “Türkiye’yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü” gerekçesiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki bir grup subayın ülke yönetimine el koymasıyla gerçekleşti. Emir komuta zincirindeki subaylar 27 Mayıs sabaha karşı yönetime el koydu. Kurmay Albay Alparslan Türkeş tarafından Ankara Radyosu’ndan okunan bildiriyle ”ihtilal” duyuruldu.
Bildiride, şöyle denildi:
“Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata Silahlı Kuvvetlerimiz; partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.”
Belli ki Alparslan Türkeş bile memleketi seçimleri kim kazanacaksa idareyi ona verileceğine inandırılmış gözüküyor. Belki de Sadece bir yönetime el koyma olarak algılıyor. Ama sonra olayın bir el koymadan çok “Kelle Koparma” olayı olduğu net bir biçimde anlaşılıyor.
Askerin Memleket idaresine el koymasıyla, iş kurulan düzmece mahkemelerin eline kalıyor. Mahkeme sürecinde elbet neler yaşandığını elbette anlatan tarihi mahkeme belgelerinde görmek gerekir. Yani Asker yardımıyla Asıl Darbe Mahkemece gerçekleştiriliyor.
Sonuçta…
Eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, eski Başbakan Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idam kararları oy birliğiyle alınıyor. 77 yaşındaki Bayar hakkındaki karar, yaş haddi nedeniyle müebbet hapis cezasına çevrilerek mahkeme bir utançla neticeleniyordu.
TBMM tarafından 11 Nisan 1990’da kabul edilen kanunla, Adnan Menderes ve onunla idam edilen arkadaşlarının itibarları iade edilse de, bu utanç tarihimize geçiyordu.
Acaba…
O gün kurulan bu mahkeme yine Fetö benzeri bir yapılanma ile mi gerçekleşti? Acaba bu yapının arkasında ki CIA ve MOSSAD ile mi gerçekleşti? Bu sorular hala soruluyor. Cevaplarını tarih daima sorgulayacak…
Neticede 1980 de 2. darbe gerçekleşse de, 15 Temmuzda Menderes’in sesi kulaklarımızda yankılandı doğrusu.
Menderes’in son mektubunda 15 Temmuz’da yankılanan sesi neydi diyeceksiniz? Gelin o sese gelin bugün kulak verelim;
Şöyle diyordu Menderes:
“Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir.”
Demokrasi şehidimiz Menderes’in bu cümlesi daima kulaklarımızda çınlayacak ve o ses 1923 de Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyetimizin sesi olacaktır.
O ses bize hediye edilen Cumhuriyetin sesi olarak içimizde kalmaya devam edecektir.
Yaşasın Demokrasi…
Yaşasın Cumhuriyet…
NACİ ÖZKAN