Değerli yazar Eczacı Naci Konyar ağabeyin bir yazısını okumuştum. Yazıda “Sokak isimleri bir şehrin, bir semtin hafızasıdır, değiştirilmeden ilelebet yaşatılmalıdır” deniliyordu. Bu söz beni çok etkiledi. O güne kadar ilk bakışta bana ilginç gelen birçok sokak adı görmüştüm ama çok da üzerinde durmamıştım. Pandemi günleriydi, insanların olabildiğince birbirinden uzak durduğu, maskeli mesafeli günler, sokaklar ise hiç olmadığı kadar tenhaydı. Bir an “tam zamanı, ıssız sokakları dolaşayım, hem gezmiş olurum hem de daha önce bana ilginç gelen sokak isimlerinin nereden geldiğini filan öğrenir vakit geçiririm” diye düşündüm.
İlk etapta bu sokak gezilerinin zamanla bende bir tutku haline dönüşeceğini hiç düşünmemiştim tabi ki. Gezdikçe eski Ankara sokakları beni içine içine çekiyordu adeta. Öyle ki o günlerde içinden defalarca geçtiğim sokaklar oldu, her biriyle ilgili ilginç öyküler dinledim. Dahası eski Ankara semtlerinde ahîlik geleneğinden intikal eden müthiş bir kültür zenginliğinin saklı olduğunu fark ettim. Zaman içinde bu tutku sadece günlük gezi olarak kalmadı, gezip gördüğüm sokaklarla ilgili olarak, sokağın isminin nereden geldiğinden tutun da semt sakinlerinden dinlediklerimle birlikte gördüğüm belli başlı tarihi yapılar, camiler, türbeler, konaklar ve mahalle çeşmeleri gibi kültür varlıklarıyla ilgili araştırma ve gözlemlerimi günübirlik yazmaya başladım. Yazılarımı takip eden okuyucular bilirler, üç yıl boyunca ara vermeksizin sürdürdüğüm bu uğraşıyı “Saklı Sokaklarda Ankara” ana başlığı altında şehir seyahatnamesi tarzında uzun soluklu bir yazı dizisi olarak kaleme aldım.
Başlarken, ilk gittiğim sokak Cebeci Dörtyol semtindeki Öksüzler Sokağı oldu. Sık sık geçtiğim güzergâh üzerinde olduğu için sokağın caddeye çıkan ucundaki levhayı hep görüyordum. Hatta “demek ki bu sokakta öksüzler, garipler oturmuş ki bu isim verilmiş” gibisinden içimden bir düşünce geçse de o zamanlar çok da üzerinde durmamıştım ve yarım asırlık Ankara ikametim süresince o sokağın içinden bir kez bile geçmemiştim. O ilk gün sokağı baştan sona yürüdüm, sonraki günlerde defalarca gittim. Sokaktaki yapıların birçoğu dönüşüme tabi tutulmuş, o günlerde bazılarında da dönüşüm çalışmaları halen devam ediyordu. Artık çok az sayıda kalan sokağın eski sakinleriyle tanışıp sohbetler ettim, geçmişte oradaki yaşantılar ve komşuluk ilişkilerine dair nice yürek burkan öyküler dinledim. Zaman içinde semt sakinlerinden biri gibi oldum, tanıştığım insanlarla dostane ilişkiler kurdum. Öksüzler Sokağı isimli bir şiir bile yazdım. Halen zaman zaman uğrayıp Öksüzler Sokağı’ndaki dut ağacının gölgesinde dostlarla çay kahve içip Ankara muhabbeti yapmaktayız. Sokakta Öksüzler Çeşmesi olarak anılan bir de mahalle çeşmesi var, dönüşüm çalışmaları sırasında restorasyonu yapılmış ama suyu akmadığı için kullanılır durumda değil. Çeşmenin geçmişiyle ilgili de birçok güzel hatıra ve öykü dinledim.
Öksüzler Sokağı’nda bir de Yörük Dede Türbesi ya da diğer adıyla Doğanbey Türbesi var, onun da apayrı bir hikayesi var. Bu türbenin bulunduğu yerden Ulucanlar Caddesi istikametine geçiş sağlanan sokağın adı ise Gelin Sokağı’dır. O gelin, nasıl bir güzel gelinmiş ki bir sokakta ilelebet adı yaşatılmaktadır. Aynı semtte Evkadını Sokağı ile Kadınkız Sokağı isimleri de dikkatimi çeken sokak isimleri oldu. Her iki sokakla ilgili olarak da öyküler dinledim ve bu sokaklara da şiir yazdım. Halen sık sık uğrar Kadınkız Sokağı’ndaki çatal çınarın altında oturup Namık’ın Yeri’nden gelen tavşankanı çaylar eşliğinde dostlarla sohbetin demine varırız. Buranın biraz ilerisinde yer alan Yüzbaşı Sokağı da ilk etapta ilgimi çeken sokak isimlerinden biri oldu. Anlaşılacağı üzere o sokakta bir Yüzbaşı oturmuş, semte öyle iz bırakmış olmalı ki ünvanı bir sokağa ad olmuş.
Ulus semtinde yıllardır içinden gelip geçtiğim, Aanafartalar Caddesi’nden Konya Sokağı’na geçiş sağlanan kısacık bir sokak var, adı Hekimler Sokağı. Gençlik yıllarımdan hatırlıyorum o sokakta yan yana üst üste hekim muayenehaneleri vardı, belli ki o sokak da adını hekimlerimizden almış. Günümüzde artık hekim muayenehaneleri yok ama onların yerinde bir sağlık kuruluşu var. Ulus Meydanı’nda Merkez Bankasının kuzeyinden geçerek Atatürk Bulvarını İstiklal Caddesine bağlayan, sokağın adı ise İnebolu Sokağı’dır. Sokak gezilerim sırasında birçoğunu gördüğüm üzere Ankara’da başka illerin ve ilçelerin isimleri verilmiş çok sayıda sokak var. Fakat buradaki İnebolu isminin içerdiği derin anlamı da bu gezilerim sırasında öğrendim. Hatırlanacağı üzere denize kıyısı olan İnebolu, kurtuluş mücadelesinin başladığı günlerde deniz yoluyla İstanbul’dan kaçıp Anadolu’ya geçmek isteyenlerin geçiş noktasıymış. O yüzden o yıllarda İnebolu-Anakara hattına halk arasında “İstiklâl Yolu” denilmiş. Milli mücadelenin yönetim merkezi olan Cumhuriyetin ilan edildiği ilk meclis binasının hemen yakınındaki Atatürk Bulvarı’nı İstiklâl Caddesi’ne bağlayan sokağa İnebolu adı verilerek yakın tarihimizle ilgili çok anlamlı bir not düşülmüştür. Aynı semtteki Soğukkuyu Sokağı’nın da ilginç bir öyküsü var. Cumhuriyetin ilk yıllarında bilhassa kırsal kesim insanımızın vazgeçilmez ayakkabısı Cızlavet denilen lastik ayakkabılar ilk kez bu sokaktaki küçük tezgâhlarda üretilmeye başlanmış, zamanla yaygınlaşmış ve halk arasında Soğukkuyu Lastikleri olarak nam salmıştır.
Ankara Kalesi’nin Kayabaşı tarafında Kırklar Mezarlığı’na ve tarihi Molla Büyük Camii’ne geçiş sağlanan bir ara sokak var. Sokağın girişinde balkonundaki teneke kutularda çiçekler olan ve balkon korkuluklarından sarmaşıklar sarkan eski bir Ankara evinin duvarında “Güzelkız Sokağı” ismini okuyunca haliyle “Kim bilir nasıl bir güzel kızmış ki mahalleli onu unutmamış ve bir sokakta adını yaşatıyor” diye düşündüm gayri ihtiyari olarak. Ankara Kalesi’nin içhisar kısmındaki Âlitaşı Sokağı ismi de dikkatimi çekenlerden oldu, ilk etapta bir mana verememiştim. Araştırmalarım sırasında Âlitaşı adlandırmasının, kalenin Akkale tarafında duran yaklaşık bir metre çapındaki yuvarlak biçimli taştan geldiğini ve o taşla ilgi olarak da halk arasında çeşitli anlatımlar yapıldığını öğrendim. Aynı sokakta tescil kayıtlarında Âlitaşı Çeşmesi, halk arasında ise Emine Hanım Çeşmesi olarak geçen bir de mahalle çeşmesi var. Yapım kitabesinde “Alay Kâtibi Hacı Osman Efendi Kerimesi ve Abdülhalim Zevcesi Emine Hanım Hayratıdır. H.1330(1912)” yazmaktadır. Bu çeşme de son zamanlarda restore edildi ve halen kullanılır durumdadır.
Ankara Kalesi’nin en bilinen sokaklarından biri de Atpazarı Sokağı’dır. Adından anlaşılacağı üzere sokağın kale meydanına çıkan ucundaki boşluk alan eskiden en cins atların alınıp satıldığı pazar yeriymiş. Vaktiyle canlı nakil aracı olan atların bağlanıp yemlendiği alan günümüzde motorlu mekanik nakil vasıtalarının park alanı olarak kullanılmaktadır. Buranın az ilerisindeki Koyunpazarı Sokağı da geçmişte olduğu kadar günümüzde de yerli ve yabancı turizmin en yoğun olduğu yerlerden biridir. Halen bazı nalburiye dükkanlarında koyun çanları dahil eskiden bilhassa kırsal kesim insanımızın vazgeçilmez gereçleri olan her şeyi bulmak mümkündür. Yine Ankara Kalesi’nin güney yamacından Ulucanlar Caddesi’ne geçiş sağlanan ara sokaklardan biri olan Dalfes Sokağı ismi de ilgimi çeken sokak isimlerinden biri oldu. O güne kadar “Dalfes” kelimesini duymamıştım, dolayısıyla ne anlama geldiğini de bilmiyordum. Sözlükten baktım, “fessiz baş” demekmiş ve bu sözcük vaktiyle bir sokağa ad olmuş. Artık terk edilmiş eski evlerin bulunduğu bu sokağın kendisinden çok adını şiirsel bulduğumdan mıdır nedir “Dalfes Sokağı’ndan Geçerken” isimli bir şiir bile yazdım. Şimdi bu sokakta bulunan metruk bir konağın bahçesinde halen gümrah haliyle boy salan malta eriği her yıl meyve vermeye devam etmektedir, her canlı için hayat devam ediyor yani. Samanpazarı’ndaki Yahudi Mahallesi olarak bilinen semtte gördüğüm ve içinden birkaç kez geçtiğim Kargalı Sokağı da ilginç bulduğum sokak isimlerindendir. Günümüzde yıkık dökük harabeye dönüşmüş bir görüntüsü olan mahallede ayakta kalmayı başarabilmiş birkaç kavak ağacının dallarında her geçişimde kargaları görmem tesadüf olmasa gerektir. Lise mezuniyetimizi müteakip çok sevdiğim bir arkadaşımla vedalaşırken mektup yazmam için bana ev adresini vermişti. Adresteki sokağın ismi Yatıkmusluk Sokağı idi. Gezilerim sırasında Cebeci Asri Mezarlığı’nın kuzey duvarının dibinden Plevne Caddesi’ne geçiş sağlanan bu sokağı da gördüm. Tabi arkadaşım o sokakta değil artık ama “demek ki vaktiyle burada musluğu yatık olan bir çeşme akıyormuş ki sokağa ad olmuş” gibisinden bir düşünce geçti içimden.
Erzurum’da üniversite öğrencisi olarak bulunduğum dönemde bekâr evimizden okula gidip gelirken hep içinden geçtiğim sokağın adı Şair Nefî Sokağı’ydı. IV. Murad’ın gazabına uğrayıp talihsiz bir şekilde boğdurularak cesedi denize atılan divan şairlerinden Nefî’yi unutmayan Erzurumlular, asırlar sonra bile bir kadirşinaslık örneği olarak şair hemşerilerinin adını bir sokakta yaşatıyorlar, ne güzel. Gümüşhane seyahatim sırasında şehir merkezinde gördüğüm “Şair Dilaver Cebeci Sokağı” ismi de şiir sanatıyla yakından ilgilenen birisi olarak ilgimi çekmişti doğal olarak. Aynı zamanda dillerden düşmeyen bir türkü olan “Irmağının Akışına Ölürüm Türkiye’m” şiirinin şairi Dilaver Cebeci’nin ismini şehrin bir sokağında yaşatan Gümüşhaneliler de anlamlı bir kadirşinaslık yapmışlar, kutlamak gerekir. Gümüşhane dönüşünde mola verdiğim Tokat’ın Erbaa ilçesinde şehir merkezinde bir yerde “Yazar Osman Baş Sokağı” levhasını görünce ise çok duygulandım. Korona salgını döneminde ani olarak aramızdan ayrılan kadim dostumuz eğitimci şair yazar Osman Baş hocanın adı, doğup büyüdüğü topraklarda bir sokakta yaşatılmaktadır. Bu anlamlı kadirşinaslıklarından dolayı Erbaa Belediyesi yetkililerine teşekkür ediyoruz.
Halen oturmakta olduğumuz apartmanın yapımı bitip de ev sahipleri dairelerine yerleşince komşularla ilk tanışma toplantımızı yapmıştık. Tanışmanın ardından komşular bana “Hocam apartmanımızın ilk yöneticisi olarak sizi seçiyoruz” dediler. Tabi ben o tarihte aile efradını Ankara’ya taşıyıp yeni evimize yerleştirmiştim ama kendim kamu görevim nedeniyle halen Amasya Taşova’dayım. Öyle de olsa o an için komşuların ricasını kıramadığım için bir bakıma emrivaki şekilde apartman yöneticiliği işi üzerimde kalmış oldu. Haliyle öyle olunca hafta içi Amasya’da eğitim öğretim işlerini, hafta sonları da Ankara’da apartman işlerini yönetecektim. Ertesi gün apartman yönetimiyle ilgili defterleri onaylatmak için notere gittim. Noterde işlemlerim yapılırken “bir de apartman ismi belirlemeniz gerekiyor” dediler. Aklımıza gelmediği için akşamki toplantıda komşuların bu konudaki fikirlerini almamıştık. Zaten vaktim sınırlıydı,tekrar gidip gelmektense gelmişken bu işleri bitireyim diye düşündüm. O an, Amasya’nın içinden nazlı nazlı akan ve birçok şiirime ilham kaynağı olan Yeşilırmak aklıma geldi ve “Yeşilırmak Apartmanı” olsun dedim. Böylece apartmanımızın ismi resmen tescillenmiş oldu. Aynı gün isim levhasını da yaptırarak apartman girişine astım. Yeşilırmak ismini gören apartman komşularından “Hocam siz Çamlıderelisiniz bari çamlı, ağaçlı bir şey olsaydı, Yeşilırmak nereden çıktı?” diyenler oldu. Onlara “doğduğun yer mi doyduğun yer mi derler, ben de doyduğum yeri tercih ettim” şeklinde espriyle karışık cevap vererek mevzuyu geçiştirmiş oldum. Zamanla komşularımız da apartmanımızın ismine alıştılar ama halen “Yeşilırmak’ın Ankara ile ilişkisi nedir?” gibisinden soranlar olmuyor değil. Böyle bir vesileyle bir zamanlar bana ilham kaynağı olan Yeşilırmak’ı mahallemizde apartman ismi olarak yaşatmış olduk. Tıpkı Denizciler Caddesi ismi gibi.
Ankara’nın günümüzde de en hareketli yerlerinden biri olan Denizciler Caddesi ismini görenlerden de “Ankara’da deniz yok, bu isim nereden gelmiş?” diye soranlar oluyor. Sokak gezlerim sırasında bu ismin de nereden geldiğini öğrendim. Eski Yahudi Mahallesi’nde Haymana ağalarından Alişan Ağa’nın bir konağı varmış, ünlü halk şairi Âşık Dertli bir süre bu konakta Alişan Ağa’nın hizmetini görmüş ve orada vefat etmiş. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu konak bir süreliğine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı hizmet binası olarak kullanılmış. Haliyle denizci üniformalı subaylar ve askerler gelip geçtikçe zamanla halk oraya “Denizciler” demeye başlamış, sokak isimleri verilirken de oaraya Denizciler Caddesi simi verilmiş. Görüldüğü gibi ilk bakışta hiç ilgisi yok gibi görülen bir detayın aslında ne kadar yakından ilgili olduğu olayın arka planına bakınca görülebiliyor.
İstanbul Beyoğlu’ndaki ünlü Yeşilçam Sokağı ismi de ilk etapta adıyla özdeşleşen “Türk sineması tarihiyle ne ilgisi olabilir?” dedirten sokak isimlerinden biridir sanırım. Bir İstanbul seyahatim sırasında o sokağı ve yakın çevresini de gezip görmüştüm. Nazım Hikmet’in “Ağa Camii” isimli şiirine ilham kaynağı olan Galata sarayı ağalarından Hüseyin Ağa tarafından 1596 yılında yaptırıldığı bilinen tarihi cami de o civardadır. Yesilçam isminin sinema sektörüyle doğrudan bir ilgisinin olması düşünülemez elbette ama demek ki vaktiyle o sokakta kış yaz yapraklarını dökmediği için her daim etrafına yeşillik ve reçine kokusu saçan çam ağaçları varmış ki ondan mülhem olarak sokağa o ad verilmiş olmalıdır. Ama gün gelip Yesilçam Sokağı, Türk film ve sinema sektörünün merkezi haline dönüşünce Yeşilçam ismi de unutulmazlar arasında yerini almıştır.
Sokak isimleri deyip geçmemek lazım, her birinin arka planında ne sırlar gizlidir kim bilir. Laf lafı açtı dercesine geniş bir yelpazeye dağılan yazıyı bitirirken son olarak ben de Naci ağabeyin dediği gibi “Cadde ve sokak isimleri bir şehrin, bir semtin hafızasıdır ilelebet yaşatılsın, hatta apartman isimleri bile” diyorum. Ve herkese sağlık esenlik diliyorum.
3 Aralık 2025
Ali Rıza Atasoy – Eğitimci Şair Yazar/Taşova Önceki İlçe Milli Eğitim Müdürü



