Eski Ulucanlar Ceza ve Tevkif Evinin müze haline dönüştürüldüğünü basından duymuştum. Hatta Altındağ Belediye Başkanını bir televizyon kanalında izlemiştim. Ulucanlar cezavinin müze olarak düzenlenmesindeki amaç ile birlikte burada ve çevresinde yapılan düzenlemelerden övgüyle bahsediyordu.
Dört duvar arasında nice hayatların geçtiği; gerçek hayat hikayelerine, romanlara flimlere konu olan sözkonusu mekanın yeni halini merak ediyordum. Geçtiğimiz Ramazan ayında Ankara’da bulunduğum sırada bir gün oraya gittim. Arabamı park edecek bir yer bulduktan sonra heyacanla müzenin kapısına vardım. Ne yazikki o gün pazartesiydi ve ben pazartesi günleri müzelerin ziyarete açık olmadığını unutmuştum, görmek nasip olmadı. İnşallah bir dahaki sefer gideceğim en ince ayrıntısına kadar gezip görüp inceleyeceğim, bol bol fotoğraf çekeceğim.
O gün, buraya kadar gelmişken Hamamönü ve çevresinde eski Ankara evlerinin ve konaklarının bulunduğu sokakları dolaşayım diye düşündüm. Gerçekten güzel çevre düzenlemesi ve restorasyon çalışmaları yapılmış, bir çok eski Ankara evi ve konağı restore edilmiş, halen çalışmaların da devam ettiğini gördüm. Eski Ankara sokaklarında kendi halimde yürürken çökmeye yüz tutmuş ama belli ki restorasyonları yapılacak olan eski konak ve evlerde yaşanmış hayatları düşündüm.
Nostalji; eskiye duyulan özlem gibi düşünülse de insanın yüreğinde bir sızı bırakan gizemli bir duygu olsa gerektir. Bu eski konaklarda ve evlede geçmiş muhtemel hayatlar, daha önce hiç tanımadığım ve bilmediğim halde adeta hepsi tanıdık birer sima gibi göründüler bana bir an. Ve tabi ki duygulandım, bu duygu seli içerisinde daracık sokaklarda yürümeye devam ettim. Her konağın girişinde, ahşap kapısında, kapı tokmağında, avlusunda, cumbasında, eyvanında nice anılardan pek çok izler kalmıştı sanki.
Sonra Tacettin dergahına geçtim, Mehmet Akif Ersoy müzesi bitişiğinde akasya ağacının altındaki bankta oturup etrafı seyrittim, düşündüm, tefekküre daldım. Ve Tacettin dergahının hemen yan tarafındaki Mehmet Akif Ersoy Sokakta yürüdüm, fotoğraf çektim. Sanat Sokağında açılan sergileri ve standları gezdim ve Altındağ Belediye Başkanlığınca sanatçılara ve şairlere tahsis edilen Kabakçı konağına uğradım. Kabakçı konağında bir zamanlar geçen kabakçı kardeşlerin hayat hikayesini dinledim. Kabakçı konağı bitişigindeki çay ocağı önünde oturup çayımı yudumlarken orada bulunanlarla şiirden, sanattan, eski günlerden ve anılardan dem vurup sohbet etme imkanı buldum.
Ve birkaç gün sonra gözümü açtım ki Amasya’dayım. Gamaşuk Çayevi’nin teras kısmında asma dalının altındaki masaya oturdum. Çayımı yudumlarken karşıda Harşene kalesi, yalıboyu evleri ve ırmağın kıyısına inci gibi dizilmiş eski konaklar görünüyordu. Kimbilir buralarda da nice acı tatlı hayatlar yaşanmıştır diye geçirdim içimden. Hazeranlar konağını görünce Ziya Paşa’yı, Kunç köprüyü görünce Mihri Hatun’u ve dahi Ferhat ile şirin’i düşündüm.
Lakin anladım ki şehirlerinde yüreği vardır dönüşünüzde sevinir sizi bağrına basar. Ve şehirlerin de dili vardır özlemle konuşurlar, size içini dökerler!