Yılmaz Sergen
Çoktandır uğramadığım semt pazarına iş çıkışı eve gidiş yolumu birazcık uzatarak bir şeyler alabilmeyi umarak gittim. Pazar yeri oldukça kalabalıktı. Kalabalık dedimse kuru kalabalık.
Almaktan çok seyirlik gezintiye çıkılmış bir hava içerisinde Pazar tezgahındaki etiketlere bakarak yanından geçip giden onca müşteri, etiketsiz meyve ve sebzenin fiyatını sormaktan çekiniyorlardı.
Tezgahın üzerine düzenli albenili bir şekilde dizilmiş sebze ve meyveler vitrin süsü gibi tezgahın üstünde bolluğun bereketin hasadın yoğun olduğu bu mevsimde alıcısını beklemekten yorgun düşmüş, kuru kalabalığın üzerlerine iliştirilmiş fiyatlardan alıcıların çaresiz bakışlarından mahcup olmuşlardı.
Alışveriş yapabilenlerin elleri cebe zoraki, ürkerek uzanır olmuştu. Sebze meyvelerin konulduğu poşetler küçülmüş, alınan sebzelerin kilogramları düşmüş, kilo devrinden adet devrine terfi edilmişti.
Gençlik yıllarımda Taşova köy pazarında Andıran’ın, Mülkbükü’nün karpuzları, kavunları çuvalla alınırdı. Aynı zamanda üreticisi olan satıcı çuvalı ağzına kadar doldurur, çuvalın ağzını bağlamakta zorlanırdık. Üreticinin doğrudan pazara getirdiği Taşova perşembe pazarından aldığımız sebze ve meyveleri telis çuvala doldurur bir hafta boyunca bolluk içerisinde doyasıya tüketirdik.
Zamanın akışı içerisinde her şey değişti. Üretimin maliyeti arttı hesap devri başladı, popüler ifadeyle gün tasarruf vakti.
Teknoloji gelişti, gelişen teknolojiyle beraber üretim kolaylaştı sözde halk zenginleşti tabana yansıtılamayan bu zenginleşme yemede içmede bile kısma devrini başlattı.
Devir çok parayla az alma zamanı.
Ülkemiz dün tarım üretimindeki güçlü yanıyla övünürdü. Yerli malı haftasını kendi tarlamızdan çıkardığımız mahsullerle pişirdiğimiz aşlarımızı sınıf arkadaşlarımızla paylaşır şölen havasında neşe içerisinde kutlardık. Klişe ifadeyle Tarımsal üretimde Kendi kendimize yeten sayılı ülkelerdendik.
“Yerli malı her Türk onu kullanmalı” bulursan!
Şimdi tarih oldu. Üretimden vaz geçip ithalatımızla sınıf atlayıp övünür olduk.
Paramız var ki alıyoruz.!
Nasıl olduysa köylerimizin üzerine sihirli bir değnek değdi. Çalışabilir genç nüfus tarladan elini çekip köyünü terk edip gitti. Sahipsiz bırakılan ekip biçilmesi pahalı olan köylerde kimse kalmak istemedi. Tarlalar çiftçisiz, meralar hayvansız bırakıldı.
Tarlada Üretim meşakkat ister, alın teri ister. Çaresiz köylü buna senelerdir katlanıyordu, birde bunun üstüne emeklerinin karşılığı verilmeyince cepten tüketmeye ne sermaye ne can dayanır.
Tarımsal girdi maliyetlerine haftalık neredeyse günlük zam üstüne zam yapılırken katlanılması imkansız fedakarlık sahipsiz kalan köylüden beklendi.
Her gün yeni zamla uyanılan ekonomik ortamda köylünün bu yükü taşıması mümkün olamazdı. Tarlayı terk edip üretmekten vazgeçtiler.
Tarımsal üretimdeki negatif dalgalanma görünemedi, umursanmadı nede olsa ithalatımız vardı, ellerden paşalar gibi alındı. Halbuki ithal edilen ürüne verilen paranın çok daha fazlasını kendi üreticinize verme cesaretini gösterebilseydiniz bu hale düşülmeyecekti. Verilen fazla para ülke içinde kalacak çarpan etkisiyle kaybetmeyip kazandığınızın farkına varacaktınız. Tarım kaynaklı cari açığınız ortadan kalkacak, döviz borçlanma ve faizinde nispi bir azalma olacaktı.
Köyleriniz cıvıl, cıvıl pazarlarınız daha ucuz olacaktı.
Vaz geçilen desteklenmeyen yerli üretimin ülkeye kaybettireceği rakam kartopundan çığa dönüşecek, altından kalkılamayacak bir noktaya geleceği şaşırtıcı olmayacaktır…
Kuraklığın ve İklim şartlarının artarak kötüleştiği zaman diliminde ülkeler için gıdaya ulaşım zorlaşacak açlıklar ortaya çıkacaktır.
Tarımda tedbirsizlik ve yerli üretimden vazgeçme geleceğimiz adına ulusal beka problemidir.
Yerli malı devlet yerli üretimi destekle ürettirmeli, her Türk de yerli üretimini ucuza tüketebilmeli.