İsmail Erdal – Emekli Eğitimci
Gökova’nın mavisi, insanın içini ilk gördüğü anda tutuverir.
Sanki gök, yeryüzüne bir huzur bırakmış da
Sakar’ın omzuna yaslanmış bekliyordur.
Dağlar ışıkla yıkanır, çamlar denizin nefesini taşır,
ve yol…
İnce bir gümüş çizgisi gibi kıvrıla kıvrıla iner aşağıya.
İnsan bu manzaraya baktığında önce büyülenir.
Ardından derin bir ürperti dolaşır içinden…
Çünkü Sakar’da güzellik hiçbir zaman tek başına durmaz;
gölgesinde kaderin soğuk eli vardır.
Her viraj bir sır,
her kıvrım bir kaderin ince çizgisidir.
Sanki dağ, kulağıma eğilip hep aynı cümleyi fısıldar:
“Bu yol hem cennete çıkar,
hem de kimi zaman yıldızlara…”
Muğla’ya ilk geldiğim günleri düşünürüm…
Tam 37 yıl önce, Sakar’ın güzelliğini anlatan bir film izlemiştim.
Ferdi Tayfur’un filmi.
Anne ve baba, bu büyülü manzarayı seyretmek için araçtan inmiş,
çocuklarını taksinin içinde bırakmışlardı.
Masum bir an…
Kısa bir nefes…
Ve çocuk, oyun sanıp el frenini boşaltmıştı.
Taksi, gözlerinin önünde ağır ağır kaymaya başladı.
O çığlık…
İnsanın iliğine işleyen o çığlık,
dağın göğsünü yırtıyordu.
Araç, içinde o küçük canla birlikte zirveden aşağı süzülürken
Sakar’ın çamları bile susmuştu.
O sahne, içime kazınmış bir iz gibi
her Sakar inişimde rüzgârın arasından kulağıma gelir.
Güzelliğin ardındaki o acı gerçeği unutturmaz:
“Bu yol hem büyüler…
hem de bir anda yüreğini paramparça edebilir.”
Ve bir Anneler Günü sabahı…
İzmir’den Marmaris’e doğru yola çıkan 23 anne vardı.
Evlatları, “Annemiz biraz nefes alsın, biraz gezsin” diyerek göndermişti onları.
Çantalarında torunlara alınmış küçük hediyeler,
Dillerinde gülüşler,
Yüreklerinde bir kavuşma heyecanı…
O gün annelerin içinde bir bahar vardı.
Anne baharı…
Hiçbir mevsimin taklit edemeyeceği bir ışık…
Ama yol onları Deve Çökerten’in sessiz kapısında bekliyordu.
Adı ağırdı bu virajın;
Bir devenin diz çöktüğü kadar sert,
Bir insan kalbini kıracak kadar keskin…
Ve bir anda,
bir nefeste,
bir sessizlikte…
17 anne ışığa yürüdü.
Sanki yol, bir pencere gibi açıldı göğe
ve anneler yıldızlara karıştı.
Bugün bile rüzgâr, Sakar’ın çamlarının arasından geçerken
bazen bir ağıt,
bazen yarım kalmış bir anne kahkahası taşır.
Her geçtiğimde durup düşünürüm:
Bu kadar mavilik…
Bu kadar güzellik…
Bu kadar huzur…
Nasıl olur da ölümle böyle omuz omuza durabilir?
Ama Sakar öğretir bana kendi dilince:
“İnsan ömrü de böyle değil midir İsmail?
Gülün yanında diken,
sevincin yanında hüzün,
yaşamın yanında ölüm var…
Hepsi aynı dalın parçalarıdır.”
Sakız Adası’nda sarp yollarda hayatını kaybedenlerin
küçük anıtlarını gördüğümde içim burkulur.
Bir isim, bir tarih, bir çiçek…
Hepsi “Unutma!” der insana.
Sakar da bunu hak etmiyor mu?
Deve Çökerten’in yamacına
o 17 annenin adını taşıyan küçük bir taş,
bir karanfil kabartması,
bir ışık…
Bir sessiz anıt…
Hem bir hatırlatma,
hem bir dua,
hem de bir vefa olur.
Çünkü Sakar’ın bana söylediği en büyük gerçek şudur:
“Güzellik ile ölüm, bazen aynı çizgide yürür.”
Ve ben her geçişimde içimden hep aynı cümle süzülür:
“Bu yolda cennete bakan bir yüz var,
ama gülün yanı başındaki diken de orada…”
27.11.2025 Muğla


