Ülkemizde herkese yetecek kadar başarı, zafer yok ama herkese dağıtılacak kadar plaket bulunmaktadır.
Bir kimseye bir hizmetine, başarısına karşılık olarak veya teşekkür mahiyetinde verilen kadife kutulu madeni hatıra levhalara plaket adı veriliyor.
Plaketleşmenin tadını kaçırdık. Devlet büyüklerimiz tarafından her beş yılda bir ortaya plaket tartışması atılıp “birbirimize plaket alıp vermeden devlet işlerini aksatıyoruz.” Şeklinde şikâyetler yapılsa da egomuzu okşayan bu ödüllendirmeden bir türlü vazgeçemiyoruz.
Makamların sağlı sollu cenahlarında, camlı dolaplarda bütün haşmetiyle sergilenen yağ oranı yüksek plaketlerin oluşturduğu manzara, asr-ı plaket açısından zengin bir asır yaşadığımızın göstergesidir.
Yıllar önce Başbakan, katıldığı Tarım Şurası esnasında herkesin birbirine plaket vermeye kalkıştığını görünce “nedir bu rezillik, birbirinize plaket alıp vermekten devlet işlerine zaman ayıramaz hale geldik.”diye şikayette bulunmuştu.
Yakın bir tarihte de Afyonkarahisar Valisi ile Genel Kurmay Başkanı arasında uygun olmayan bir zamanda gerçekleşen plaketleşme seremonisi için TBMM Başkanımız Cemil Çiçek “şu valilerimiz plaket yağcılığını bir bırakıverse. Evde plaket koyacak yer kalmadı. Kimin malını kime hediye ediyoruz.” Şeklinde dert yandığı bir plaketleşme tartışmasına şahit olmuştuk.
Son yıllarda hızla büyüyen plaket sektörünün sözcüleri yaşanan tartışmalardan tedirgin olmadıklarını söylerken, en büyük müşterilerinin kamu kuruluşları ve üniversiteler olduğunu, “Devlet kurumlarında plaket dağıtılmayacaktır.” Demenin bir yasa işi olduğunu, insanların ödüllendirilmeye olan ihtiyacı oldukça plaket sektörünün de yaşamaya devam edeceğini ve plaketleşmenin önlenemeyeceğini söylüyorlar.
Devletlülerimizden üç beş yılda bir plaketleşme şikâyetleri dinlesek de plaketleşmenin yasaklanacağını sanmıyoruz. Çünkü millet olarak plaketleşmeyi bir gelenek haline getirmiş bulunuyoruz. Devlet büyüklerimizin yaptığı şikâyetleri bir Osmanlı yasağı olarak görüyoruz. Onun da üç gün süreceğini bildiğimiz için plaket sektörünün endişelenmesine hiçbir mahal yoktur.
Plaket denilen ödülün bir hiyerarşisi vardır ya da olmalıdır.
“Ödül büyükten küçüğe verilir. Mesela, öğretmen öğrencisine ödül verir; Öğrenci öğretmenine hediye verir.
Fabrikadaki işçi fabrika müdürüne ödül vermez ama çalışkan işçisine fabrika idaresi ödül verir. İşçiler idareden memnun iseler şükran plaketi takdim ederler.
Tüzel kişilik olmak hasebiyle “Büyük” olan dernekler, vakıflar, şirketler şahıslara ödül verir; şahıslar bir derneğe, bir şirkete “Hediye” sunabilir.
Bir dernek başka derneğe ödül verebilir; bu durumda da itibarca daha büyük olan dernek küçük olan derneğe ödül verir.
Devlet şahıslara, kurumlara ödül verir.”
Plaketleşmeye olan bu yaklaşımımız başarıya tahammülsüzlük ya da hürmetsizlik olarak değerlendirilmemelidir. Hak edene ödüllerin en güzeli verilmelidir. Biz ödül telakkisindeki değişiklikten rahatsızlık duyuyoruz.
Çanakkale de, Sakarya da, Dumlupınar da savaşan bizim askerlerimiz Legion De Honour nişanını değil, savaşta aldıkları yaraları kendilerine ödül saydılar. Şairin “Yâre nişandır tenine erlerin” deyişi bundandır.
Yine Osmanlı Sultanı Yavuz Selim Mekke ve Medine’yi fethettiğinde kendine layık görülen “Hakim’ül Haremeyn” unvanını reddederek, onun yerine “Hadim’ül Haremeyn” unvanını nasip gördü, zaferini “Mekke ve Medine’nin hizmetkârı” olmakla ödüllendirmeyi şeref bildi.
Hatırlıyoruz, gazetelere haber olmuştu. Gazeteler Kenan Evren’in Çankaya Köşkündeki koli koli plaketleri Marmaris’in derin sularına attırdığını yazmıştı. Sanıyoruz paşamız Marmaris’teki yeni evinde yer darlığından öte plaketlerin eve yaydığı yağ kokusunun vereceği rahatsızlık nedeniyle plaketleri denizin dibine boylattırmıştı.(!)
Marifet iltifata tabidir. Plaketler seciyeli vatan evlatlarının hizmet ve başarılarının karşılığı olarak verilmelidir.
Plaketleşme asıl ve asil kimliğine döndürülmelidir. Plaket yağı değil emek ve hak edişi çağrıştırmalıdır.