PARALELCİLERİN PARLAMASI
Ömer CELEP
17 ve 25 Aralık operasyonlarından sonra ülke gündeminde yeni bir kavram doğdu. “PARALELCİLER”. Bu tarihten önce kendilerini, cemaat, hizmet hareketi, gönül ehli kurum v.s. isimlerle ifade eden bir grup, ne hikmetse devlete bir bakıma el koymaya kalktı, kendisini milli iradenin üstünde görmüş olmalı ki, hükümet ifadesiyle “darbe” teşebbüsünde bulundu.
E tabi doğal olarak da hükümet milletten aldığı yetkiyi bu tür girişimlere feda edecek hali yok ya… Karşı tedbirler aldı, kendini savundu, kılıçlar çekildi ve bir kavgadır başladı.
Bu kavganın galibi kim olacak bakacağız. Ama bilinen o ki; horozla kavga eden solucan kaybeder.
İşin bu boyutu ayrı… Bir boyutu daha var ki dillere destan!
Son günlerde paralel medya akıl almaz bir kampanya başlattı. Sonuç olarak kırk dokuz polis ifadeye çağırıldı. Bu ifadeye çağırılış öylesine anlatıldı, öylesine ballandırıldı, dallandırıldı ki, dillere destan. O polisler, idam edilmedi, işkenceye tabi tutulmadı, eli-kolu kesilmedi, Çin işkencelerine maruz bırakılmadı. İfadeleri alındı, on biri tutuklandı ve diğerleri serbest bırakıldı. İnşallah tutuklananlar da suçsuz bulunur ve serbest bırakılır. Bastılar feryadı!
“Kahraman polisler, vatansever polisler… Haksız yere operasyona tabi tutuldular…”
Soralım bu vatandaşlara? Sizin övgülerle dillere destan ettiğiniz o polisler ya haklı yere mahkum olurlarsa ne yapacaksınız?
İfadeye çağırılan o polislerin olayını, Türkiye’nin bütün sorunlarının önüne koydunuz, terör olayının önüne koydunuz, cumhurbaşkanlığı seçiminin önüne koydunuz, kadın cinayetlerinin, dağa kaçırılan çocuğunu terör belasından almak isteyen annelerin feryatlarının önüne koydunuz, küresel kirliliğin, ekonomik krizlerin önüne koydunuz. Daha da önemlisi, dünyanın şımarık piçi İsrail’in Gazze’de katlettiği sübyanların, parçalanan cesetlerinin önüne koydunuz. Çocuklarının parçalanan cesetlerinden fışkıran kanları gören annelerin, alnı ve çenesiyle döktüğü gözyaşının önüne koydunuz. İçinde, bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini barındıran mübarek ramazan ayında tek öğün yemekle oruç tutan yaşlıların ve çaresizlerin feryatlarının önüne koydunuz.
Bilemezsiniz onların çektiği acıların derinliğini, bilemezsiniz. Nereden bileceksiniz? 12 Eylül darbesinin baş komutanı Kenan Evren’i, okullara “Din Kültürü Dersi” koydu diye cennetten tapu sahibi yapan bir hocanız var. Dünyanın baş belası olan İsrail’in işlediği Mavi Marmara katliamı karşısında “otoriteden izin almak gerekirdi” fetvasıyla Yahudi’ye yaranmak uğruna dindarlık postu giymiş bir Hoca Efendiniz var. Dindarlık postuyla Müslümanlara yapılan bunca cinayete seyreden, güya bir ceketten başka bir şeyi olmayan bir Hoca Efendiniz var. Sizin, onların feryatlarıyla, onların acılarıyla ilgilenmek neyinize!
Bir eliniz yağda, bir eliniz balda “hizmet, gönüllülük” adı altında topladığınız hesapsız kitapsız paraların sıcaklığında fink atıyorsunuz.
Hem içerdeki çetelerden, hem dışarıdaki düşmanlardan gördüğünüz tehlikeler karşısında hiç düşünmeden ve sıkılmadan hemen “selamet derkenarest” deyip sıvışmak adetinizdendir.
“Dinler arası diyalog” yaftasıyla sevindirdiğiniz Papazların Kiliseleri, Hahamların Havraları, belki de Cami nefasetinden yeğdir size, devam edin diyaloğunuza, devam edin!..
İsterseniz beddualarınıza devam edin. Ama beddualarınız sakın ha, İsrail’e, Amerika’ya ya da küffara olmasın! Ola ki size kırılırlar, gücenirler belki üzülürler bile. O beddualarınızı, kirli emellerinizi ortay çıkaranlara yapın!… “İnandım, inanıyorum ve inadına inanacağım” diyenlere yapın!
Kısaca; bedduanızı, kafirlere değil, Müslümanlara yapın Hoca efendi! Müslümanlara!…
Ama bilin ki Hoca Efendi!
Doğar elbet benim günüm,
Çoğu gitti azı kaldı,
Kırk gün kırk gece düğünüm,
Çoğu gitti azı kaldı.
Yokuşlar tükenir çıkarız düze,
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze!
Sapan taşlarının yanında füze;
Başka alemlerle farkımız bizim.”