“Yine bir hal oldu garip gönlüme
Bu dünya başıma dar oldu gitti
Attı kısmet bizi gurbet ellere
Her günüm her anım zar oldu gitti”
Dağ ve Oymak havalarından olan “bozlak” veya türkünün bugünlere gelmesinde, dilden dile dolanmasında, sevilmesinde, bin yıllardır gibi sanki yürek kervanını yola koyup gam yükünü sırtına vuran, çalıp çığıran aşığın yani Garib’in o kadar çok emeği var ki! Garip, Neşet Ertaş’ın mahlasıdır; baktım aynı şiirin son kıtasında “Garip” mahlasını kullanmış. Seyrettiğim bir proğramda, Neşet Ertaş’a neden bir mahlas kullanmadığı soruldu. Cevaplarken biraz yüzü kızardı, ezile büzüle dedi ki: “Bir mahlasım var, acizane Garip dedim kendime.” Garip yaşadı, türkülerini “anonim” olarak halka mal etti, nihayet bırakıp bu dünyadan göçtü gitti. Ancak, Garib’in türkülerini yorumlayıp seslendirenler, kendi deyimiyle “havalandıranlar” imtina edip sakınmak yerine, geri durmak yerine adını saygıyla anmak ve itina göstermek gibi mühim bir vazifeye talip olduklarını hatırdan gönülden çıkarmazlar, ümit ederim ki. Böyle bir tutum insanı küçültmez, bilakis daha saygın, daha hatırlı daha itibarlı bir şahsiyet yapar.
*
Elime kağıt kalem alıp masaya oturduğumda yazacağım konu tamamen başkaydı; ama nasıl olduysa Neşet Ertaş’tan başladım. İçimden boşanıp gelen duygu seline kapılıp gittim belki de; kim bilir?
Oysa Cumhuriyet dönemine kadar Amasya’nın Merzifon’la birlikte mahsus kazası olan Ladik’ten bahsedecektim. Genel bir tarih bilgisi değil de köylerini, namını, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerini usulen ve hususen irdeleyecektim, muhteviyatı hülasa olarak kağıda dökecektim. Fakat araştırma yaparken konu konuyu açtı, kapı kapıyı araladı; geçmişe doğru ağır aksak yol alırken bu defa Amasya’nın kapısına geldim dayandım ve ister istemez Cumhuriyet döneminden önceki Amasya’nın tarihine göz atmak zorunda kaldım.
Amasya, Osmanlı Devleti hakimiyeti altına Yıldırım Bayezıd zamanında (1389 – 1402) girdi.
Ancak Murat Hüdavendigar döneminde, daha 1386 yılında, Amasya, Gümüş ve Osmancık şehirleri Osmanlı hakimiyetine girmeyi kabul etmişlerdi. Vaziyetin bu minval üzerine olmasından ötürü Yıldırım Bayezıd bölgeye gelerek idareyi ele aldı ve babası tarafından Amasya sancakbeyliğine atandı.
Mehmet Çelebi (1413 – 1421) Fetret Devri’nden sonra Osmanlı Devleti’ni Amasya’da yeniden inşa etti, Amasya’yı Eyalet-i Rumiyye-i Suğra adıyla Eyalet haline getirdi ve böylece Amasya, Tokat ve Sivas’ı da içine alan bir eyalet merkezi halini aldı. Oğlu şehzade Murad’ı Amasya’ya vali tayin edip devletin payitahtı Edirne’ye doğru yola çıktı.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde (1520 -1566) eyalet statüsü kaldırılan Amasya, bölgede kurulan Sivas Eyaleti’ne tabi bir Sancak haline getirildi. 387 Numaralı Defter muvacehesinde 1530 yılında Amasya’nın İdari Yapısı şöyleydi:
-Amasya Merkez.
-Ladik.
-Merzifon.
Ladik’le ilgili olarak şu cümleyi eklemek de yarar görüyorum:
“2. Bayezıd (1481 – 1512) sancakbeyliği devrinde, sancakbeylerinin yazlık makamı olduğundan her yıl Ladik’e gelerek yazı burada geçirirdi.”
Araştırma yazılarında ve makalelerde Erbaa adıyla 1840 öncesinde, Amasya’ya bağlı bir kazanın varlığına tesadüf ettim. Bu ve benzer kayıtların hükmünün zayıf olduğunu söylemek istiyorum; zira Erbaa’nın ilçe olarak tarihteki yerini alması 1872 yılına isabet etmektedir.
-(1872 – 1892 arasında Amasya’ya tabi kazadır.)-
(Mevzu, 1871 yılında yürürlüğe giren Umumi Vilayet İdaresi Nizamnamesi’nde yer almaktadır.)
1530 tarihli 387 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rum Defteri’nde Sonisa ve Niksar kazaları ayrı statüde ve doğrudan Sivas Eyaleti’ne tabidir. Ancak, Sancak statüsü bulunmayan Sonusa kazasının Amasya’ya bağlı olması kadar doğal bir şey de yok. Coğrafi durum da buna elveriyordu. Zira kadılık ve subaşılık makamları bulunması hasebiyle Sonisa bölgenin 1840 yılına kadar idare merkeziydi. Sancak merkezi Amasya olduğundan böyle bir irtibattan bahsetmek gayet olağandır.
17. yüzyılda Amasya Sancağı Kazaları:
-Amasya Merkez.
-Köprüşemere.
-Zeytun.
-Bulak.
-Merzifonabad.
-Veray: (Bugünkü adı Gediksaray.)
-Ladik:
(1517 yılından 1923 yılına kadar Amasya’ya bağlı kaza iken 1926 yılında Nahiye yapıldı, tarihi geçmişine binaen Amasya’ya bağlı kalması gerekirken sonra nasıl olduysa Samsun’a bağlanarak yeniden Kaza statüsü verildi.)
-Gergevaz = Gelinkiraz = Gelingiras:
(-1530: Nahiye. -1642: Kaza. -1880: Nahiye.
Bugün, Sarıbuğday adıyla Merzifon’a bağlı bir köydür. Keşke Gelinkiraz olarak kalaydı!)
-Gümüş:
(1490 – 1517 yılları arasında Nahiye, 1517 ile 1884 yılları arasında Kaza olup 1924 yılında yeniden Nahiye statüsü kazanmıştır. Günümüzde Gümüşhacıköy’e bağlı bir beldedir.)
-Zünnunabad:
(1642’den 1868’e kadar Kaza iken 1868’den 1880’e kadar Nahiye sıfatı taşıdı. Bugün Mecitözü’ne bağlı bir köy olup adı Söğütyolu’dur.)
Burada adları anılan kazaların 17. yüzyılda Amasya Sancağı’na bağlı birer idari birim olduklarını yinelemeliyim.
*
Yazıma başlarken Neşet Ertaş’tan bir türkünün sözleriyle başladım, lafa oradan girdim. Hangi iş, hangi olay, hangi mesele olursa olsun, bir dönem, bir zaman, bir devir geçtikten sonra ya unutulur gider veya tekrarı mümkün olmaz; o nedenle ferdin ve efradın yüreğine dokunmak kadar hususi bir durum, hususi bir iştiyak yoktur nihayetinde. Yalan dünyada geriye kim ne bırakmış ki?
“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”
*
LADİK:
Adını Pontus kralı Mithridates’in karısı Laodikeia”dan aldığına dair rivayete inanmak istiyorum. Gölü, ırmağı, yaylaları, havası, suyu ile Osmanlı şehzade ve sancakbeylerinin “yazlık yurdu” olma hususiyeti vaktinde Ladik’e ayrı bir statü, ayrı bir önem, ayrı bir nitelik bahşetmiş diye düşünüyorum.
Ladik doğumlu bilim adamı Mehmet Özsait, (İst. Üni.) 2004 yılında yapmış olduğu kazı ve çalışmalarda Ladik’te 29 adet eski yerleşim yeri tespit etmiştir. Kılıç Kökten, T. Özgüç, N. Özgüç ve U. Bahadır Alkım’ın evvelki senelerde yapmış oldukları araştırmalar dikkate alındığında eski yerleşim yeri sayısı 39’a çıkmaktadır. Anlaşılan o ki şehirde yerleşim Orta Kalkolitik Çağ’da başlamış Tunç ve Demir çağlarında devam etmiştir.
Ladik, 1318 yılından sonra bölgede kurulan Kubadoğulları Beyliği tarafından yönetilmiş, 1418 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Osmanlı’dan kalan Bedesten ve Tarihi Çarşı 1943 depreminde yıkılmıştır.
Tarihi Kalkolitik Çağ’a dayanan bir şehrin daha gelişmiş bir surete, daha aydınlık bir çehreye kavuşamamasının sebeplerinden birinin ekonomik olduğunu düşünüyorum; geçmiş yıllarda yani yaklaşık bin sene, beş yüz sene evvel güvenlik ve tabii afetler bölge için büyük bir sorundu. Netice itibariyle yoğun göç vermiş olabileceği ihtimalini de yüksek görüyorum.
1869 senesi Sivas Vilayet Salnamesi’ne göre Ladik ve Ladik kazasına bağlı bir nahiye olan Havza’nın Nüfus Tablosu:
-Nefs-i Ladik: 801 müslüman, 80 gayri müslim.
-Köyler: 2.401 müslim, 700 gayri müslim.
-Havza: 3.690 müslim, 862 gayri müslim.
Toplam: 6.892 müslüman, 1642 gayri müslim.
1903 tarihli Sivas Vilayet Salnamesi’ne göre Nüfus Tablosu:
-Ladik: 15.942
Bu sayının 2.107 kişisi Rum, 222 kişisi Ermeni’dir.
1912’de G. Soteriadis’e göre (1852-1942) Ladik’te 31.995 Türk, 6.602 Rum ve 8.420 Ermeni olmak üzere 47.017 kişi yaşamaktaydı.
Nüfus taksimatındaki değişkenliği sosyal, iktisadi, siyasi ve güvenlik nedenlerine bağlamak istiyorum. Soteriadis’e göre Ermeni nüfusun 10 senede bu derece artmış olmasını biraz abartılı buluyorum. Yine de yaşadığı yıllara isabet etmesi nedeniyle bilim adamına haksızlık yapmak da istemiyorum.
Önemli bir husus da 1317 (1899) tarihli Maarif Salnamesi’ne göre Ladik’te bir adet Rüştiye bulunmaktadır.
Son Söz:
“Osmanlı tarih yazma geleneğinde tenkide mahal yoktur.”
08 Ağustos 2021
Enver Seyhan
* * *
A-Açıklama:
-Özhan Öztürk: Antik Çağdan Bugüne Karadeniz.
-Amasya Sancağı ve Ladik konulu makale, yazı, harita, görsel ve çalışmalar.
-387 Numaralı Defter.
-İl ve İlçe Kültür Tur. Md. (Tanıtım yazıları)
B-Bilgilenme:
-Adı geçen bilim insanları İsmail Kılıç Kökten, Tahsin Özgüç, Nimet Özgüç ve U. Bahadır Alkım bu dünyada değiller artık. Fakat ömürlerini bilime, araştırmaya, aramaya ve bulmaya adamışlar. Bize çok önemli şeyler bırakmışlar.
Kendilerine mağfiret niyaz ederim.
Teşekkürler…