8-9 Ağustos 2010 tarihli gazetelerde içimiz burkularak, gözlerimiz yaşararak okuduk: Öğretmen Ahmet Fazlı ELÇİ, ÇORLU’da 40 lira karşılığında hamallık yaparken kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi.
Öğrendiğimize göre öğretmenimiz, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde Atatürk Çok Programlı Lisesi’nde (ücretli) Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi’ne giriyormuş. (Bazı gazeteler “Sözleşmeli” diyor, bazı gazeteler “ücretli” diyor.)
Ahmet Fazlı ELÇİ’nin yeğeni Nurcan SANDALCI şunları söylemiş: “Dayım okullar açıkken derslere giriyordu. Okulda çalıştığı dönemlerde 700 TL kazanıyordu.
Yazları maaş alamadığı için sıkıntı çekiyordu. O yüzden bulduğu her işte çalışırdı. Üniversite mezunu bir insanı bu hale getiren büyüklerimiz utansın.”
Bir öğretmen, 44 yaşında ve 2 çocuk babası. Kaldırıldığı Sağlık Ocağı’ndaki çabalar kurtarılmasına yetmiyor. Bir öğretmen ölüyor… Okullarda öğrencilere dağıtılacak kitapları taşırken ölüyor.
Kalp krizi geçiren yalnızca Ahmet Fazlı ELÇİ öğretmen mi? Onunla birlikte bütün eğitim sistemimiz kalp krizi geçirmedi mi?
Hepimiz biliyoruz ki; bir çok öğretmen ek iş yaparak geçiniyor. Koşullar bunu dayatıyor. Fakat “güvencesiz, geleceksiz” öğretmenlik, öldürüyor!
Bakın eğitim tarihimize! Osmanlı’nın son döneminde eğitimin önemi kavranınca, savaş yıllarında bile Milli Eğitim’in bütçesi katlanarak artırılmıştır. Öğretmen açığı olduğu için, savaş sonrasında öğretmenler askerlik görevinden muaf tutulmuşlardır. Demek İttihak ve Terakki iktidarı eğitime ve öğretime bu kadar önem veriyor.
Cumhuriyet, ilk yenileşmeyi eğitimde yapmış, öğretmenin işlevini daha da yüceltmiştir. Atatürk’ün konuya ilişkin özlü sözlerini biliyorsunuz. Cumhuriyet ışığını yayan öğretmenlerdi.
Öğretmenliğin geldiği noktaya ilişkin en güzel ve acı, uyarıcı dersi -bir elçi gibi- Ahmet Fazlı ELÇİ öğretmenim verdi. Bu, unutamayacağımız bir derstir. Üzerinde yeniden düşünüp tartışacağımız bir ders aldık.
Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde KILIÇ konuyla ilgili yaptığı açıklamada, hem iş bulamayan lisans mezunlarının, hem de atanamayan eğitim fakültesi mezunlarının çaresizlikten ücretli öğretmenlik yaptığını vurguladı.
“Sayın Bakan’ın sözleşmeli öğretmenlere tepkisini hatırladığımızda bu olay karşısında da “Hamallığı seçmeseydi” diyebileceğini düşünebiliriz. Durum kişisel ölüm vakalarından çıkmış, bir tür cinayete dönüşmüştür. Bu ilk vaka değil. Atanamadığı için intihar edenler var. Dörtyüz bine ulaşan işsiz ve eğitimli kitle var. MEB’in sorumsuzluğu bu süreci giderek zora sokmaktadır.”
Eğitim-Sen’in önceki Genel Başkanı Alaattin DİNÇER ise: “Ucuz emek sömürüsü çok fazla. Devasa sorunla karşı karşıyayız. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik bir politika haline geldi. Özellikle sözleşmeli öğretmenlik AKP ile başlayan bir süreç. Bakan, sözleşmeli öğretmenleri kadrolu yapacağız diyor. Bir bakıyorsunuz yeni sözleşmeliler atanıyor.
(Zübeyde KILIÇ’ın açıklamasında geçen “Hamallığı seçmeseydi” cümlesinin bağlandığı olay şu: Geçtiğimiz hafta Kırıkkale’de, Ağrı’da sözleşmeli olarak öğretmenlik yaptığını belirten Filiz KÜÇÜKHACER, kente gelen Milli Eğitim Bakanı Nimet ÇUBUKCU’ya “Bizleri neden kadrolu öğretmen yapmıyorsunuz?” Diye sormuştu. Sayın ÇUBUKCU’da: “Siz sözleşmeli öğretmenliğe başvurmayabilirdiniz” karşılığını vermişti.
Bu acı olayın ardından, sözleşmeli atamalar nedeniyle ayrı illerde görev yapan evli öğretmenlerin MEB önündeki eylemine tanık olduk. Öğretmenler “İl emrine verilmeyi ve eşleriyle aynı ilde çalışmayı” istiyorlar.
13 Ağustos’ta da Ankara Abdi İpekçi Parkı’nda, ataması yapılmayan Öğretmenler Platformu (AYÖP) eylem yapacak… İstekleri: “Güvenceli ve kadrolu bir istihdam”
Eğitimimiz sorunlar yumağı. Yetkililer ne yapacak dersiniz?
Hoş ve esen kalınız.a