Neler Olmuş Neler Yaşanmış !
BÖLGEMİZDE RUM ÇETELER MESELESİ
(Basılan Yakılan Köyler)
(1904 – 1923)
Mondros Mütarekesi, Birinci Cihan Harbi sonunda 30 Ekim 1918 günü Limni adasının Mondros Limanı’nda demirli Agamemnon adlı savaş gemisinde Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf devletleri arasında çok ağır şartlarda imzalandı. Osmanlı Devleti adına antlaşmaya Bahriye Nazırı Rauf Bey (Rauf Orbay) imza koydu. Koskoca imparatorluk, Anadolu’nun kuzeyinde üç beş vilayetten oluşan küçük bir bölgeye sıkıştırıldı. Orası da Rum çetelerin ve İngilizlerin gizli saklı manevralarına, tacizlerine, saldırılarına maruz kalıyordu. İstanbul dahil ülkenin hemen hemen her tarafı işgal edilmişti. Bu hal ve gidişat hayat koşullarına, günlük işlere, güven ortamına ziyadesiyle olumsuz yansıdı. Bilim insanlarının dediğine göre, yer yüzünde bağımsız, hür ve özgür bir tane İslam ülkesi kalmamıştı!
Olumsuz şartları fırsat bilen Rumlar, silahlı – silahsız çeteler oluşturup halkın yaşam hakkına tecavüz etmeye ve dahi malına, mülküne, canına ve ırzına kastetmeye başladılar.
Cihan Harbi’nden galip çıkan emperyal güçler dünyanın her bölgesinde kontrolü ele almışlar, devletleri, ülkeleri ve bölgeleri zaptetmişlerdi. Rumları da Kuzey Anadolu’da Pontus Rum Devleti kurma konusunda teşvik ettiler, ayaklandırdılar. Daha doğrusu yardımda bulundular, harekete geçirdiler, birlikte hareket ettiler, birlikte karar verdiler.
Tarihte, İKİ BİN ÜÇ YÜZ sene evvel Karadeniz Bölgesi’nde Pers Devleti’nin Anadolu’daki varlığı sona erdiğinde yine Pers uyruklu kişilerin tahta oturduğu Pontus İmparatorluğu kuruldu. Bu devletin ne idari teşkilatı ne de ahalisi toptan Rum değildi. Amasya’yı başşehir olarak belirlediler. Romalı komutan Pompeius Pontus Devleti’ni M.Ö. 63 yılında Roma İmparatorluğu’na bağladı. Pontus İmparatorluğu M.S. 64 yılında tamamen yıkıldı ve tarihteki yerini aldı.
Ancak, Pontus Rum Devleti 1204 yılında, Haçlı ordusunun İstanbul’u kuşatıp işgal etmesi ve yağmalaması üzerine, olayların içinden sıyrılıp Karadeniz tarafına kaçan Komnenos Hanedanı’nın ardılları tarafından Trabzon merkezli olmak üzere Komnen Krallığı adıyla yeniden kuruldu.
Rumlar ve Yunanlılar buralara göç etti, sahillerde ve sahillere yakın yerlerde iskan oldular. Denizcilik, balıkçılık ve kerestecilik işleriyle iştigal etmekteydiler.
RUM kelimesi Roma İmparatorluğu halkının genel adıdır. Bunlar 6’ncı yüzyıla kadar Latince, 6’ıncı yüzyıldan sonra Rumca konuşmaya başladılar.
Trabzon Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethedildikten sonra dahi bölgede gündelik hayatlarına güven içinde devam ettiler.
Önce Pontus Devleti uyruğunda olan, sonra Roma ve Osmanlı zamanında yerlerini, şartlarını, işlerini, güçlerini muhafaza eden, oraya buraya sürülmeyen Rum tebea, Birinci Cihan Savaşı’nın kaybedilmesine ve Mondros Mütarekesi’nin Türk Milleti aleyhine gelişen ağır şartlarına güvenerek canlandılar, azdılar, çeteler kurdular, soygunculuğa, haydutluğa soyundular ve asil Türk halkına zarar vermeye başladılar. Bu kalkışmanın ardında İngiltere, Fransa ve Amerika duruyordu. Merzifon Amerikan Koleji ve Patrikhane bunları maddi ve manevi yönden, açıktan, gizliden destekliyordu.
Bu konuya İKİNCİ bir yazıda devam edeceğim.
Bölgemizde PONTUS Meselesi:
30 Ekim 1918 tarihini takip eden aylar içinde Rumlar, Karadeniz bölgesinin her tarafında, dolayısıyla Amasya, Merzifon, Havza, Ladik, Niksar, Tokat ve Erbaa bölgelerinde, köylerinde ve kırsalında ihanet ve hıyanet oluşumları tesis ederek ve çeteleşerek yol kesme, öldürme, cinayet, baskın ve gasp gibi olmadık işlere girişmeye başladılar.
Tam olarak haydutluk yıllarını yazacak olursam, 1904’de başlayıp Lozan Barış Konferansı’nda Mübadele Sözleşmesi’nin imzalandığı 30 Ocak 1923 tarihine kadar sürdü.
Destek, Erbaa ve Ladik yörelerinde Rum çeteleri, değişik yer ve tarihlerde 3 kere Asker ve Jandarma müfrezelerine pusu kurdular. Bunlardan biri Destek baskınıdır.
Tarihe tanıklık edenlerden dinlediğim kadarıyla Destek’ten Ladik yönüne doğru Kozlucaalan’a gelmeden beş yüz metre kadar geride veya biraz daha fazla mesafede, sol tarafta ormanın içinde çukur bir yerden bahsedilirdi. Destek’ten başlayıp Kılıçaslan’a kadar uzayıp giden ve Destek Çayı’nın akaçladığı bu dere boyu veya boğaz, Dere Boğazı yahut Destek Boğazı adıyla bilinmektedir. Rum haydutların tam da burada yol kestiklerini, pusu kurduklarını, gelen geçen yolcuları öldürdüklerini, mallarını gasp ettiklerini, bazılarını da bu sözünü ettiğim çukurda hunharca, vahşice, adice katlettiklerini rivayet olarak defalarca duydum ve dinledim.
Yeri görmeyi çok istememe rağmen, yoldan defalarca geçmeme, yürüyerek gidip gelmeme rağmen, duyduklarımın üzerimde bıraktığı baskıdan veya ehemmiyet vermediğimden dolayı bu ziyareti gerçekleştiremedim. Zira anlatılanlara göre, acımasızca merhametsizce öldürülmüş insanların kemikleri vahşi olaylara birer şahit ve kanıt olmak üzere orada öylece duruyordu; o günlerden birer acı ve kara yadigardı. Bir türlü nasip olmadı ki vahşetin bölgesi ve belgesi addettiğim bu yeri ziyaret edebileyim! Nasip olur da Destek Boğazı’na yolum düşerse eğer, bu arzumu yerine getirmek istiyorum.
Nişanyan Yer Adları Envanteri’nde Kozluca ve Destek köyleri için “20. Yüzyıl başında kısmen Rum Ortadoks yerleşimi” gibi bir tabir geçiyor. Bu tabir hangi bilgi ve belgeye göre tercih edildi, onu henüz kotaramadım ancak bu tabirin envanterde bu haliyle geçmesine sebep olarak köylerde Rum hanelerin iskan olduğuna işaret edilmek istenmiş olabilir veya Karamuk, Ahilu ve Terussuyu’nda yerleşik Rumların varlığına temas edilmiş olabilir. Faraziye olarak mevzuyu böyle anlamak istediğimi ve bu haliyle yorumladığımı belirteyim. Zira “Telis Ayağı” olarak da bilinen Kozlucaalan’da 1920 öncesinde Rum tebea yerleşik durumdaydı.
Bu fikre nereden ve nasıl varıyorum?
Elbette tarihi kaynakların yanında, 1905 doğumlu olan dedemle olan hatıralarıma bağlı kalarak hareket ediyorum. Dedemle oradan buradan konuşurken bir gün, nasıl olduysa babasından ve babasının işlerine bakan Rum’dan söz etti. Belli ki o yıllarda henüz küçük fakat aklı eriyor.
Dedi ki: “Baktım, babama ait Kelam-ı Kadim’i açmış okuyor – veya bakıyor- ya da anlamaya çalışıyor. O sırada harmanda olan babama koşup haber verdim.”
Doğal olarak ben de meraklandım, çünkü bazen tek cümlelik de olsa Rumlar hakkında konuştuğu oluyordu. “Baban ne dedi” dedim. “Çağırdı ve Kelam-ı Kadim’de ne aradığını sordu, adamı ikaz etti” dedi. Bu meseleye konu olan yıllar muhtemelen üç aşağı beş yukarı 1915 gibidir. Sonra da Rum ahalinin genelinin orman köylerinde ve yaylalarda (dağ köylerinde) yaşadığını söyledi. Gözlerini Canik Dağları’na doğru kaldırarak; “İşte bak, Halamaz, Destek yaylaları, Şıhlı, Karamuk, Sırageçe” diye de bastonuyla işaret etti. Kavakluca’da güzlekteyken Sırageçe’nin tam annağında Kuşdemir’de bulunduğumuz bir sırada, Rumların göçtüğü günü hatta kap – kaçaklarını falancanın harmanına, şu taraftaki ağacın ardında kalan mıntıkaya gömdüklerini gün gibi anımsadığını dile getirmişti. Bu olay 1923 yılında Lozan Antlaşması’na göre teşkil edilen karşılıklı Nüfus Mübadelesi şartları dahilinde Kuzey Anadolu’dan – 193 Bin – Rum ahalinin Yunanistan’a gönderildiği tarihlere isabet etmiş olmalı ki Rumların göç zamanı yaz mevsimine isabet etmiş de hadiseye şahit olmuş. Ayrıca o devirde kış mevsiminde göç hadisesi epeyce riskli, tehlikeli, netameli, çetrefilli bir iş!
Böylece Rumların ve İtilaf Devletlerinin Pontus Rum Devleti kurma amaçları ve düşünceleri de harap türap oldu. Bugün dahi aynı emellerin zaman zaman canlandırıldığını, Yunanistan’da siyasetin diline dahi dolandığını; bu nedenle düşmanın asla uyumadığını bilmek, hatırdan çıkarmamak lazım!
Rum haydutlarının bölgede gerçekleştirdiği olaylara gelince:
Erbaa’daki 47. Piyade Alayı’nın ağırlığı 1921 yılı Temmuz ayının 20’sinde arabalarla nöbetçi askerlerin korumasında taşınırken, Destek’e bir saat mesafedeki boğazda çok sayıda Rum haydudu tarafından kuşatılarak arabacılardan 4’ü şehit edilmiş, 6’sı yaralanmış ve nöbetçi askerlerden biri parçalanmıştır.
Rum eşkıyaların en çok azgınlık, taşkınlık ve gavurluk yaptıkları mıntıkaların başında Amasya, Samsun ve Ladik ile birlikte Erbaa kazası ve çevresi de geliyor. Erbaa’daki olaylar tür bakımından 59 olup 275 kişi öldürüldü ve şehit edildi. O yıllarda Taşabad köyleri Erbaa kazasına bağlıydı.
Erbaa ile Amasya arasındaki dar yollar, geçitler ve derbentler Rum çeteler tarafından tutularak kontrol altına alındı. Bölgede müslüman halk üzerinde baskı kurmak suretiyle onları yıldırdılar, korkuttular, köyleri bastılar, yaktılar ve insanları öldürdüler. Askeri müfrezelerin hareket alanını kısıtlamak, daraltmak, dağıtmak ve ortadan kaldırmak için pusu kurdular, şehit ettiler ve halkın askere olan güvenini kısa bir zaman için de olsa sarstılar, yer yer de başarılı oldular. Halk arasında sık sık kullanılan “gavur, moskof ve ermeni” gibi sözcükler o günlerden bugünlere yadigardır.
Köyleri, çeteleri, baskınları, yangınları ve katliamları ikinci bir yazıda ele alacağım.
Fakat burada yöremizdeki büyük tehlikenin vahametini açıklamak babında şu kadarını tekrar edeyim:
Koca Müdür ve Kaymakam Hasan Aykan’ın Tekke Nahiyesi’nde görev yaptığı yıllarda Rum eşkıyalar Nahiye binasını ve çevresini kuşatarak tehdit ettiler, hatta dışarı çıkmasını istediler. Binayı kurşunlayıp taşladılar fakat Koca Müdür tecrübesi ile çarçabuk tedbir alarak baskını savmasını bildi. 13 sene -esaret yılları da dahil- cephede bulunmuş ve bizatihi savaşmış bir insan silahtan, kurşundan ve çeteden yılar mı? O da yılmadı ve çetelerin peşini bırakmadı, sonunda muvaffak oldu.
Kaza ile muhabere sağlanması sayesinde en kısa sürede Erbaa’dan asker -jandarma- gönderildi ve Rum eşkıya -içlerinde yerli çeteler de var- püskürtülerek gücü kırıldı ve Jandarma Tekke Nahiyesi ve çevresinde emniyeti temin etmeye başladı.
Enver Seyhan
23 Ekim 2021