Amasya İtimat

NEDİM HOCA

0
1996
“Eski Yazılar” başlıklı yazılarımı bu gavur icadı makine getirip önüme koydukça yeniden derleyip topluyorum ama bu yazıda hiç düzenleme ve düzeltme yapmayacağım.
Nedim hoca benim için başka bir öğretmendi. Facebook vasıtasıyla uzun süre kendisini takip ettim. Bir gün rahatsız olduğunu anladım yazdıklarından veya açıkça yazdı.
Bir gün de:
Doktoruyla münasebetinden bahsetti. Doktorun gerçeği söylemede tereddüt yaşadığını görünce; “çekinmeyin, ben şu yaşta, görmüş geçirmiş bir öğretmenim” dediğini veya benzer bir cümle kurduğunu yazdı sayfasında.
Öyle harika öyle nazik bir adamdı ki…
Everekli Hasan hocayla birlikte ve muhabbette devamlılık kuramadığım Arif hocayla, Şemsi hocayla birlikte…
Hasan hoca bir gün:
“Neşet Ertaş gibi çalardım sazı” dedi. Çok heyecanlandım. “Öğretirim sana” dedi. Fakat benim tembel, umarsız ve umutsuz biri olduğumdan haberi yoktu. Bir türlü biriktirip parayı saz satın alamadım. Hep ondan bekledim “hadi gel başlayalım” demesini. Çünkü o bırakmıştı sigarayı saz çalmayı dünyalık işlerle yoğun teması. Dünyası bambaşkaydı. Ben öyle gördüm belki de…
Yıllar sonra İstanbul’da yaşadığını haber aldım. Rahatsızlandığını duydum. Telefonunu öğrendim. Beni yakından tanıyan sofrasına defalarca oturduğum hayat arkadaşına görüşmek için mesaj attım ama bağlantı kurmaya müsaade etmedi nedense. Öldü diye de bir söylenti kulağıma geldi. Belki rahatsızlığı ileri safhadaydı.
Sevgiyle hürmetle!
ES
17 Ağustos 2024
NEDİM HOCA
Nedim Hoca’yla dertleştiğim, halleştiğim, helalleştiğim yazıya rastladım. Ölümünü duyunca yazmışım anlaşılan…
Veya sonra başka bir yazı kaleme almışım ölümünden sonra…
Belki…
Hayret ettiğimde, şaştığımda, vazgeçtiğimde veya kabul ettiğimde, yahut reddettiğimde bu iki kelimeyi hamal ederim sözlerime…
“Vay anasını!”
Tarih:
17 Ağustos 2019
Serlevha:
Nedim Hoca’mla Kaldığım Yerden…
Sevgili Nedim hocam!
Mekanın cennet olsun. Tam 34 sene önce ayrıldık seninle. Sonra Taşova’da ayaküstü bir hal hatır sorma! Biraz çekingen, biraz yabancı, biraz uzak tavır görmüştüm sende. Sebebini az çok tahmin etmiştim…
Unutmuştun belki; belki de benden o yakın alakayı beklemiyordun. “Ankara’yı memleket edindim” demiştin.
Olmazdı!
Edebiyat hocamdın. Minnet borcum vardı, üstümde hakkın vardı.
Sonra facebook…
Ve henüz edinemediğim kitapların… Boğalı Dağlarına olan hayranlığın… Şimdi Boğalı Dağlarının eteğinde, ormana nazır köyünde yatıyorsun.
Ruhun şad olsun!
Okulun çok şeyinde, müsameresinde, münazarasında, hadi sporunda önlerde yer alan ben; “Duvar Gazetesi çıkaralım” dediğinde çok mutlu olmuştum. Çünkü önceden sınıfta bir iki kere sözünü etmiştin. Nasıl olacağını anlatmıştın. Hatta Duvar Gazetesi hazırdı, duvarı hazırlamıştın. Bütün sorumluluğu bana vermiştin. Ruhum yaralıydı, merhemi yoktu. Belki sen rikkat ve dikkat ehli bir öğretmen olarak hissediyordun…
Çocukla çocuk olacak kadar mütevazı idin. O yıllarda bir öğretmenin çocukla çocuk olması yadırganabilirdi. Bilemiyorum…
Belki de bu hal ve hareketin ziyadesiyle takdir topluyordu…
Evet!
Duvar Gazetesinin editörü, başyazarı ve sorumlusu olarak bana yüklediğin görev, güven, itimat; cehaletime, çocuksu tavrıma gösterdiğin sabır ve tahammül için sana sonsuz teşekkür ederim…
Benim böyle bir talebim hiç yoktu, olmamıştı. Sen ayarlayıp tamamladın ve beni hazıra kondurdun. Çünkü benim ruhum gezgindi, gergindi, ha aptaldı, ha abdaldı; bir dağda, bir bağda dolaşıyordu…
Artık demir almak vakti gelmişti; liman sakindi, deniz çarşaf gibi masmaviydi. Artık veda vaktiydi, artık elveda demeliydim Duvar Gazetemize, okulumuza, öğrenci arkadaşlarıma, öğretmenlerime!
Teşekkür etmeliydim…
Başta o sırada okulumuzda görevli olmayan kıymetli eski müdürüme, benim sıkkın ve mahpus ruhumu derleyip toplayan, toplum içinde konuşma kabiliyetimi geliştiren Hasan hocama, emeği geçen bütün öğretmenlerime minnet duymalıydım, hürmet ve muhabbetlerimi sunmalıydım…
Son defa yazdığım ve Duvar’a başyazı olarak astığım veda yazımda birkaç cümlede ifade ettiğim gibi; senin derste sadece bir cümle üstünden bütün yoğunluğu, duyguyu, hüznü ve sevinci bizlerle baba edasıyla paylaştığın gibi…
Ne duygusaldın sen Nedim Hocam!
Ne mülhem şeylerle yüklüydün!
Atasözleri ve vecizeler seni mest ederdi. Nasrettin Hoca, şiir, hikaye mest ederdi de, hayatın çelişkileri düşündürürdü de; Boğalı Dağları da mest edermiş; geç de olsa öğrendim, bildim…
Bir ay sonra, 19 Mayıs tarihinden sonra okula ayak bassam bile misafirce olacaktı…
Bunu yazmıştım son yazımda…
Veda demiştim; yıllarca gidip geldiğimiz okul yoluna, bahçesine, kapısına, müstahdemine, voleybol sahasına, fazla müdavimi olmadığım kantinine, biriken işlerini tarif ettikleri şekliyle tamamlamak üzere oturduğum müdür yardımcılarının en alt kattaki odalarına, Müdür veya yardımcılarının emriyle talebelere çaktırmadan yazdığım karnelere, belki bu yüzden bazı ukalalık edip ön kapıdan okula girmelerime veda demiştim…
Elveda demiştim; geçen çocuk senelerime, sınıfta orta en arkadaki sırama, sıra arkadaşıma, arkadaşlarıma elveda demiştim!..
Sen çocukça, belki bu minvalde bu seviyede olmayan, olamayan, zayıf, kırık, dökük cümleleri överek, göklere çıkararak hayallerimize, geleceğimize nasıl da yoldaş olmuştun; nasıl da duygularımızı gönül dolusu, mahzun fakat anlamlı kelimelerle terennüm etmiştin…
Seni tanımak muhteşemdi…
Senin öğrencin olmak harikaydı…
O göbekli halin, mavi gözlerin, kumral sarı saçların gözümün önünde hep duracak; ömrüm boyunca…
Seni Allah’a emanet ediyorum…
Kendi deyiminle; “Kızıl İmam’ın torunu” güzel adam…
Senden sonra…
Liseden sonra…
Köyümde…
Üniversitede ve sonraki eğitimimde…
İşimde…
İstanbul’da…
Sokakta yolda yolakta …
Her gün senin gittiğin yere doğru yürüdüğüm ömür yokuşumda…
Ben hiç böylesine mutlu şımarık atılgan girişken her şeye laf üreten geveze; hiç olmadım. Olamadım. O yükü kaldıramadım.
Sebepsiz ama böyle…
Hoşça kal…
Enver Seyhan
İstanbul

Yorum Ekle