Enver Seyhan
Yazıp yazmama konusunda yaşadığım med-cezir bazan o kadar geriye çekiyor ki kendini, bir daha geri dönmeyeceğini umut ederek sevinç yaşıyorum. Kendimle sakin kalmak, telefona dahi bakmamak istiyorum. İstemiyorum değil; zaten de telefona bakmıyorum. Çünkü dünyanın çivisi çıkmış! İnsanoğlu veya ademoğlu veya beşer; benim olsun da her ne olursa olsun havasında. Haram helal fark etmez olmuş! Gerçekten tabiatın bu denli tahkir, tahrip ve harap edildiği başka bir devir yoktur. Tahkir dedim; hakaret etmek gibi. Tabiat bu ülkede halka, beşere, ademoğluna kötülük olarak ne yaptı da bu denli tahkir ve tahrip ediliyor?
Yazmasa mıydım?
Ülkenin her yanını saran yangınları yazmasa mıydım? Maden aramak uğruna dağların belinin argacının ortasından kırılmasını yazmasa mıydım? Irmakların ve suların ağzının gözünün burnunun kulağının tıkanmasını baktaça alınarak boğulmasını ve öldürülmesini yazmasa mıydım? Yazdım ama yazmadığımı var sayın. “Güç ve kuvvet sadece azim ve yüce ve ulu ve müntakim olan Allah’a ait olsa da;” ademoğlu kendisine paye çıkararak gücün ve kuvvetin kendisinde bünyesinde makamında sıfatında olduğunu zannediyor. Zannettikçe azıyor!..
İnananlara göre; Medyen’den dönerken Hz. Musa, Tur Dağı’nda bir ateş görüyor, ailesine ateşe doğru yürüyeceğini, eğer imkan bulursa ateşten bir kor alacağını ve döneceğini söylüyor. Fakat Tur Dağı’nda Allah Teala, Musa’ya sesleniyor. Fazla ayetleri hikaye etmeden geçeyim. Kardeşini yanına yardımcı istiyor ve Harun da peygamber olarak Firavun’a gidiyorlar. Yüce Allah Musa’ya buyuruyor ki: “Firavun’a gidin zira o çok azdı!”
Azmak böyle bir şey. Kendini ilah sanmak, dediğim dedik demek, baskı kurmak, güç göstermek, hak ve hukuk ihlali yapmak! Bunları ben demiyorum. “Azmak” fiilinin çerçevesini çiziyorum. Kıssayı bildiğim için günümüze doğru çekiyorum. Beşer yani kul kendini “sandığı ve zannettiği an ondan korkulur!”
Gerisini yazmayacağım.
Yeni yetmeliğimde kimi zaman arkadaşlarla onların hanesinde, o yıllarda yeni yeni meşhur olan bir sanat erbabını beraberce dinlerdik. Kaset doldurmuş ama kasetin dolum yeri Elazığ. Kasetin bazı yerlerinde firma kendini tanıtıyor ve adresini veriyor. “Garanti Bankası yanı. No: Bilmem kaç!” Bu arada uzun hava var birkaç yerde ve bağlamayı çalan ustayı da takdim ediyor. Diyor ki: “Şimdi sazıyla Türkiye radyolarının değerli bağlama sanatçısı Musa Eroğlu’nu dinliyorsunuz.” Belki sonradan A. Kalkan adlı sanatçıda da aynı ilanı duydum. “Anons” dememek için “ilan ve takdim” kelimelerini kullandım.
Bugün televizyonda kulak misafiri oldum mecburen; proğrama Musa Eroğlu’nu davet etmişler, çalıyor, söylüyor. Kendisi emekli olduktan sonra sanıyorum; bir halk ozanı gibi çalıp söylemeye başladı. Karacaoğlan misali. Karacoğlan da Çukurova bölgesinden olmalıydı. Bildiğim kadarıyla Musa Eroğlu bölgenin Mut kazası doğumludur. Halk ozanları halkın dilini gönlünü görgüsünü vergisini algısını düğününü bayramını ölüsünü dirisini, ilistirden süzerek yine halka, topluma yansıtır ve sunar ve arz eder. Beşer, bu halk adamlarını yaşarken meğelsimez ise de öldükten sonra adına türküler yakar. Şöyle geriye doğru bakınca bu hakikat kendini belli eder. Çünkü yaş kemal çağında, gün gurup vaktine doğru yanaştıkça ister istemez beşer, dünyaya yeniden bakmaya, yeniden yaşamaya, yeniden gelin güveyi olmaya, tekrar bazan açıp gül gibi bazan solmaya başlar. Hayaldir bunlar, hayaldir de; hakikatten kaçmak mümkün değildir. “Güneş çamurla sıvanmaz.”
Musa dede, çoktan beri hiç dinlemediğim hatta unuttuğum bir türküyü çaldı söyledi. Galiba usta kendisi bestelemiş olmalıdır. Sözleri şöyle:
“Geçtim dünya üzerinden
Ömür bir nefes derinden
Bak feleğin çemberinden
Yolun sonu görünüyor”
Acayip!
Bağlamasıyla yol gösterdiği 40 sene önce Abdullah Kalkan’dan dinlediğim uzun havanın sözleri ise şöyleydi:
“Ören’e vardım da örene benzer
Yıkılmış evleri de virana benzer
Oy gelin virana benzer
Akçadağ köyüne de ören diyorlar
Kız senin derdine de verem diyorlar
Oy gelin verem diyorlar”
Bir ağıt!
O yıllarda nice ölümlere sebep olan verem hastalığından ölen bir kız veya gelin için ağıt olarak yakılmış besbelli!
Güzel yıllar olarak niteledigim yetmişli yıllara selam olsun!
Babam yaşıyordu henüz!
Belki de ondan dolayı bana öyle gelmiştir.
Dünyada kanımca, böyle güzel yıllar asla gelip geçmemiştir. Kadının adının olmadığı tarafını bir yana koyarsam, insanlar yoksuldu fakirdi; gelenekleri danışmadan bilişmeden konuşmadan kabul ediyorlardı asla taviz vermiyorlardı ama o devrin adamı adamdı adam!
Adam olmak!
Ancak, milletimizin birilerince tuzağa düşürüldüğü veya şuurunu yitirerek içine sürüklendiği yetmişli yıllara kıran gibi giren kaos ortamı asla unutulmaz.
Bu “kıran gibi” sözü veya “Ali kıran baş kesen”
deyimi Hz. Ali’den, Hasan ve Hüseyin’den milletimize yadigâr kalmıştır.
2024