Osman BAŞ
Akşamın rengini şehir verirken, ayaz kendini hissettirmeye, saçaklardan buz sarkıntılarının görünmeye yakın olduğu günlerdeyiz. Vakit üşümeye, kar yağmaya hazır, rüzgar kendi seyrinde müdahalesiz yol alıyor. Yüreğim, gözlerim, beynim ve ellerim okuma ve yazmanın derdinde. Titreşim halinde üşüyen, soğuğu hiç sevmeyen bir tenin rahat bir kış geçirmesi için hazırlıklarını tam yapması gerek.
Dizler, kaslar, hücreler mevsime uyum sağlıyor ve tedbir alıyor. Akşamın geceye yolculuğunda ses verenler ve vermeyenleri biliyorum. Sağıma, soluma, arkama aldırmadan önüme bakıyor, Önümü görüyor, ayaklarımın nereye bastığını biliyor, yüreğim ufkumla, gözlerim damlalarla bütünleşiyor, ötelere… ötelere… ötelerin ötesine uzanmaya hazırsam şafak öncesi dua vaktine yakınım demektir.
Sonrası şafak ve güneştir. Yeni gün. Sabah yürüyüşü sonrasında yapılan kahvaltı ve güne başlayış. Şehrin sabah trafiğinde ilk gelen toplu taşıt aracıyla iş yerine ulaşmak için otobüs ve minibüsle, her gün yeniden yaşadığım kısa süreli yolculuğum. Toplu taşıma araçlarıyla yaptığım şehir yolculuğumdan hiç şikâyet etmedim. Otursam da, ayakta olsam da zorda kalsam da, rahat olsam da daima gülümsüyorum.
Bütün telefon görüşmelerini araçlarda yapanlara aldırmıyor, bulunduğu anı şikayet edenleri duymadan, uykusuz yüzleri, internete takılanları görmeden, engin hoş görü ve sabırlı anlar yaşıyorum. İyi olanı görmek, nefes almak beni rahatlatıyor, bu rahatlık huzuru ve sağlığı destekliyor. Dağlara, bulutlara ve dahi Kelkit’in sularına sırdaş olmuş bir yüreğin vakte teslimiyetinde bir varmış, bir yokmuş diye başlayan çocukluğuma ait masallara her uzanışın, anlatışın ve dahi söyleyişin bu günlerde tatlı izleri vardır. Çocukluğum ve geride bıraktığım gençliğime ait masal ve hikâyeler. Anıların yüreğimde toplandığı anlar onca ayaz, onca yağmur, rüzgâr ve dahi kar bulutlarına aldırmayışın rahatlığındaki yüreğimi yavaş yavaş ısıtan, alev alev, dalga dalga güneş gülümseyişi gönderen dua vaktime gül sunuyorum.
Yüreğimin ısınması, tenimin zinde olması için koca koca odunların alevine ihtiyaç yoktur. Şehir akşama ulaşıyor. Caddeler, sokaklar kendi serinliğinde mevsime uyuyor.
Çocukluğumda, dinlediğim masal ve hikâyelerin etkisinde kalır, yedi başlı devlerin bacadan odama gireceğini, aslanların, kurtların, çakalların ve tilkilerin cirit attığı ormanda yalnız kaldığımı düşünür korku ile uyanırdım. Sağımda ve solumda olmayan annem ve babamın yokluğunu kendimle yaşar, yatağa oturur, etrafıma bakar, yorganı tepeme çeker hava girmeyecek gibi içinde kaybolur, gözyaşlarından dahi mahrum gözlerimi uykuya teslim ederdim.
Aile ve kahramanlık ile ilgili güzel bir eser okuduğumda kahramanların etkisi altında kalır, nerede kimsesiz, yoksul, öksüz, zorda kim varsa ona yardım etme duygu ve heyecanı ile gülümseyerek uyumaya çalışır, yardımsever, yiğitler, tarihi kahramanları yanımdan ayırmaz, geceleri uykulu ve uykusuz anlarda benimle birlikte olsunlar isterdim. Sesi, yaşadıkları sokağı, evi, obası, dağı, atı, kılıcı düşünür, bunların tamamına hakim olan yazarı dahi hayalimde canlandırmaya çalışırdım. Beynimde onlarca sorular olurdu. Sıkılmaz, boğulmaz, rahatsız olmazdım.
Şimdi metropol şehirlerde yaşıyor olmanın rahatlığında anıların ve yaşanmışların sessiz serinliğinde zamanı seviyorum. Akşam şehre rengini veriyor. Kar vakti geliyor.
Vakit üşümeğe, kar olmaya, saçaklardan sarkmaya hazır, rüzgâr kendi seyrinde müdahalesiz yol alıyor.
Yüreğim, gözlerim, beynim ve ellerim okuma ve yazmanın derdinde.