Bilmem ki bugün hala, gurbete, sılaya, babaya, anaya mektup yazan oluyor mu?
Teknoloji o kadar çabuk atağa geçti ki son 30 senedir; tutabilene aşk olsun! İletişim çağı dediler, hakikaten iletişim ağı ördüler. Yazışmanın ötesinde resimli, videolu iletişim canlı ve hemen anlık hazır.
Bilmem ki bugün hala, posta yolu gözleyen oluyor mu? Bilmem ki hala bugün, posta günü diye canı sıkılan oluyor mu? Bilmem ki hala bugün, eskiden olduğu gibi gönülden, yürekten özleyen oluyor mu?
Teknoloji o kadar içimize girdi ki duygumuzu, düşüncemizi, samimiyetimizi, sevgimizi, saygımızı, hürmetimizi çekti aldı. Bize teknolojik şeyler bıraktı! Oysa biz mektup yazardık! Oysa biz “mektubuza son verirken, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperdik; acele cevap beklerdik.”
Samimiyet vardı. Samimiyetin adı; “kestane kebap, acele cevaptı.” Oysa biz mektup yazardık; mektubun ucunu yakardık! Hasretin ucunu yakardık, gurbetin ucunu yakardık, sevdanın ucunu yakardık. Olmazsa çıkar, faravganın yüksekçe bir yerinden yollara bakardık…
Oysa biz askere giderdik, mektup yazardık. Oysa biz çalışmaya gurbete çıkardık, mektup yazardık. Oysa biz sevdalanır, acılanır, özlerdik; özlediğimize, sevdiğimize mektup yazardık. Oysa biz, köyden şehire okumaya gidene bile mektup yazardık…
Mektup yazardık, efkar basınca! Mektup yazardık, kış gecelerinde kara bacanın etrafını ısınmak için çoluk çocuk beraberce sarınca! Mektup yazardık, ala inek doğurunca, komşunun oğlu evlenince, tayin olup öğretmen köyden gidince… Türkü yakardık gurbet üstüne, hasret üstüne, mektup üstüne. Radyodan dinlerdik, gaydeye bırakırdık kendimizi. Radyo dedim de, o bile tozlu raflara saklandı, belki gün gelir de tekrar işe yarar diye bekliyor.
Sazıyla, sözüyle rahmetli Ali Ekber Çiçek söylerdi: “Mektup benden selam söyle sılaya Söyle benim için de eller ağlasın. Gözü yaşlı düştüm gurbet ellere Uzaktır aramız da yollar ağlasın.” İnternetin, telefonun, hayatımıza bu denli girmesinden önce mektup yazardık! Mektup yazardık; mektubun değeri vardı, kıymeti vardı, muhabbeti vardı. İnsan insanı arar, sorardı. İnsanın derdi, tasası insanı yorardı. Bayramda, seyranda, düğünde mektup gelirdi, insanın gönlünü mutluluk doldururdu, yüzünü tebessüm sarardı…
Çok olmadı, mektup yerini hazin türkülere, mahzun gönüllere, hatıralara, hatıraların yurdu maziye bırakıp aldı başını gitti…
Uzun zamanlar mektup haberleşme aracıydı. Mektup iletişim aracıydı. İnsanlar birbirlerinden mektup vasıtasıyla haberdar olurdu. Şehrin, köyün, mahallenin, semtin mektup günleri vardı. Postacı kapıyı çalıp “mektup” diye seslenirdi. Eskinin mahalle bekçileri gibi postacıları da mahalleden sayılırdı, yolu beklenirdi.
Mektup yazmanın kuralı vardı. Mektubun uzun uzadıya başlangıç serenadı olurdu; genelde her mektupta aynı gibiydi, benzeşirdi. Mektubun yazılması, zarfa konulması, ağzının kapatılması, pullanması ve yollanması şimdi sadece bilenlerin, yaşayanların, vaktiyle mektup yolu bekleyenlerin yadında kaldı… Eskiden var olup da unuttuğumuz, bugün özlediğimiz çok şey gibi mektup yazmak da unutulup gidecek! Geri de gelmeyecek; gelse de bu nesil görmeyecek!
Dünya üstündeki her nesne, insan hayatındaki her şey tamamen veya kısmen teknolojiden payını aldı. Teknoloji hayatımıza yerleşti. Öyle oldu ki telefon, televizyon, internet olmazsa olmuyor. Sehven kalkıp gitse yeri dolmuyor… Ne yapalım şimdi? Kime ne diyelim? Kal böyle! Selam ve dua ile.
Enver SEYHAN