MAZİ DEYİP GEÇME!

0
227
Enver Seyhan
Geçmişten haberdar olmak insanda huzura ve ferahlığa neden olur.
Hoover
Çapamarka
Piyale
Nuh’un Ankara Makarnası
AEG
Elbette, köyde doğduğum için biraz değil yoğunlukla köylü gözüyle bakıyorum aynaya. Aynaya; dünya aynasına. Çünkü benim hayatımın hepsi bir yere kadar. On üç, on dört yaşıma kadar. Ondan sonrası yüzde olarak daha az. Yani yüzde 45 gibi.
Oysa başka yaşamlar da var uzaklarda:
Mesela Selim İleri’den İstanbul’u okudum. Sanki İstanbullu oldum kırk yıllık. Çünkü çok tafsilat veriyor. Hatırat böyle olmalı zaten; ince ayrıntılarına kadar.
Bugün de bu mecrada bir İstanbul yazısına rastladım. Hoşuma gitti. Biraz da benim çocukluğumun kıyısından geçiyor.
Eski İstanbul’u anlatıyor. Ben de tuttum eski İstanbul’u hayalimde kurguladım.
Eski İstanbul sokakları…
Eski İstanbul haneleri…
Eski İstanbul komşulukları…
Eski İstanbul sahilleri…
Eski İstanbul hayat hikayeleri…
Yani kısaca şehir hayatı!
Kurguladığım şeyler hepsi yazıda yok. Ama muhteviyatı sanki satır aralarında hepsine göz kırpıyor.
Hüseyin Rahmi ziyade İstanbul’u anlatır romanlarında. Helbette nereyi anlatacak? Eskiden İstanbul’dan başka kaç şehir var? Selanik var. Hüdavendigâr var. Amasya var. Fakat Bir Milyon nüfusuyla ve sanat edebiyat tarafıyla İstanbul başı çekiyor.
Ayrıca payitaht.
Demezsem olmaz:
Eski fotoğraflarda gördüğüm şehirlerin harabe ve bakımsız hali beni etkiliyor. Bizim halkımızın omzuna bir fakirlik heybesi asmışlar ne zaman astılarsa; o gün bugün çaresi yok!
Bu da hayat tarzına evine sokağına çeşmesine abidesine mimarisine nezahetine aksetmiş. Fazla bir cümle yazmak da istemiyorum. Kafi!
Anlattığım durumlara Amasya Valisi olarak da görev yapan Ziya Paşa değiniyor beyitlerinde hatta sözlerinde. Şu kadar ki Ziya Paşa bilinmesi, tanınması, okunması gereken en önemli tarihi şahsiyetlerden biri.
İşte:
Yazan:
Şelale Gültekin
(Sadece “yazınızı aldım” dedim ve aldım. Kendisini tanımam. Hatırat olarak haftada bir yazısı mutlaka çıkıyor. Tesadüf ediyorum arada bir.)
“Neredeyse satırlarıma bir varmış, bir yokmuş diye başlayacağım. Her gün geçmişin gittikçe uzaklaştığını hissettiren bu günlerde.
Sanki bir masalı anlatıyorum, belki de yeni nesle masal gibi gelebilir sahiden.
Bugün belleğim beni yine 60’lara çocukluğuma, 70’lere ilk gençliğime götürdü. Babamın 60’ların sonunda eve televizyon getirmesiyle başlayan beyaz camla muhabbetime.
Türkiye’de yayın yok henüz, Bulgaristan’ı seyrediyoruz, siyah beyaz sıkıcı. Kulağımda Bulgarca kelimeler. Hala radyo günlerindeyiz, reklam cıngılları dakika başı. En çok da kadınlar ve çocukları etkiliyor sanırım.
Evde kullanılan tereyağ, sana ve vitayla yer değiştiriyor. Pencere önünde vita tenekeleri sapsarı, rengarenk sardunyalar çiçek çiçek. Sanalı kurabiyeler, börekler, kekler.
Badana mı yapılacak ille de CBS güçlü boya tescillendi reklamlarda. Makarna Nuh’un Ankara, nişasta pirinç unu Çapamarka, un Piyale, bisküvi Eti.
Şampuan mavi plastik şişesiyle Blendax. Kumburgaz’da yazlıkta elden ele atardık denizde. Saçımızı deniz suyuyla yıkarken, deniz köpük köpük. Kolonya mutlaka Pe-Re-Ja, hasta ziyaretlerinin olmazsa olmazı.
Merdaneli çamaşır makinaları yeni çıkmış, annem evdeki Mintax’ı hemen değiştirdi, daha beyaz yıkadığını hergün yüzlerce kere duyduğu Tursil 76 ile. Kutusunda çamaşırlarını asarken mutlulukla gülümseyen bir kadın. Mintax’tan pek bir farkı yok ama reklamlarda çamaşırlar bembeyaz diyor ya, gerisi laf ü güzaf.
Artık dişlerimizi florürlü İpana ile fırçalayıp, gülümsememizi kocaman yayıyoruz yüzümüze, kendimizden emin. Buzdolaplarımız Arçelik, ütülerimiz Philips…
Elektrikli süpürgemiz…
Ho Ho Ho Hover,
Süpürür döver.
Her yeri temizleyen Hover Hover Hover.”

Yorum Ekle