Yıllar geçti fakat hatıramda duruyor Körpegöl ve o günlerdeki haliyle yeniden canlanıyor gözümün önünde. Kabacagöz arazisinde meşe=gürgen ağaçlarının dibinden çıkan bir gözeden besleniyordu. Gölün dibinden su çıktığı da söyleniyordu ama duyduğuma
göre bugün kuruyup yok olduysa ya kendi yatağından su çıkmıyormuş ya da pınarın derlenip toparlanıp ambarlanarak içme suyu, kullanma suyu olmak üzere yerinden taşınmasıyla yeraltı ırmağıyla bağı kopmuş anlaşılan.
Yeraltı ırmaklarının kurumayacağının suyun tamamen çekilip gitmeyeceğinin yok olmayacağının garantisi yok. Tabiatın düzeniyle mütemadiyen oynadıkça suyu derinlerde aradıkça kuyular açtıkça ormana ağaca hürmet etmedikçe havayı kirlettikçe beklenen menfi ve olumsuz sonla karşılaşmak mukadderdir.
Körpegöl’ün kuzey istikametine göre sol tarafında ta o zamanlar bir kanal çalışmasının varlığı kalmış aklımda. Yine ayağını ormana ormanın bağrındaki suya dayamış olan bir deremsi yerdi orası da. Oraların adlarını unuttum şimdi. Suyu oradan alıp bir yere götürdükleri kesindi de nereye? Belki içme suyu belki sulama suyu. Beton pöhrekler kanallar betondan depolar sanki gözümün önünde hayal meyal duruyor.
Körpegöl’ün ayağı yüz iki yüz metre ötedeki çayırlığı suluyordu. Çayırlığın adını anımsamıyorum ancak Kabacagöz köyüne ait bir yerdi. Çayırlık dediğim yer ve benzeri çayırlıkların oluşmasında suyun önemi büyüktür. Çünkü çayırlık alan beslenmesini devamlı yemyeşil kalmasını yaşamasını hayata tat katmasını yer altından çıkan suya borçlu. Su kuruduğunda çayırdan çimenden çiçekten böcekten söz etmek imkansız hale gelir. Böyle çayırlıklarda evvelden beri usul haline gelmiş ki meyva ağaçları da çayırlık alanın etrafında şurasında burasında manzaraya eşlik eder. Bu bir bakıma eskiden bu yana misaliyle insanların tabiatla ilişkisini anlatır sonraki nesillere.
Çevrede doğal ortamındaydı her ne varsa, ağaç çam erik orman kuş taş kaya çiçek böcek su mağara. Körpegöl’ün tam güney tarafında bodur meşe=gürgen ağaçlarının bağrını kapladığı alazlık bir tepe vardı. Tepenin özelliği altında bir mağaranın bulunmasıydı. Mağara doğal halindeydi. Kuşlar böcekler sürüngenler örümcekler yarasalar için barınaktı belki. Belki çok daha eskiden ayılar da misafir oluyordu mağarada. Belki hala soğuklarda karda kışta kurda tilkiye ev sahipliği yapıyor. Bunu bilmem mümkün değil sadece genişce hayallerime yol veriyorum. On on iki yaşımdan sonra oraları bir daha görmedim.
Çam dedim de…
Çam ağaçları düzlüklerde tek tek yahut yan yana aralıklarla iki yüz üç yüz senenin hatırasını
bedenlerinde ruhlarında taşıyorlardı. Yaz aylarında koyu gölgelerinde eğlenip dinlenenler oluyordu. Orman meyvelerini görmek seyretmek bir iki tane dalından koparıp almak yıkamaya dahi hacet duymadan tatmak insanı hayata bağlıyordu.
Bu anlattığım bölge Canik Dağları’nın batı ucudur belki de. Tarihte de adı geçen Cobu Deresi Körpegöl’den biraz ötededir. Karanlık Dere derdik biz o bölgeye. Yanılmıyorsam öyle. Düzlüğün kuzeyinde Karamuk Köyü’nün çayırı ve Alan Köyü yer alıyordu. Alan Köyü o zamanlar Taşova’ya bağlıydı. Uzaklık neden gösterilerek otuz yıl kadar önce Ladik’e bağlandı. O köyden bir siyasetçi eczacı bir siyasetçi çıkmıştı otuz beş sene geçti aradan. Ladik’te siyasi bir propagandasına kulak vermiştim o günlerde. Sanki aklımda böyle kaldı. Ladik pazarında pazarcılık yapıyordum o sırada o esnada. Bir de Feyzullah Değerli adında bir siyasetçiye rastlamıştım. Bir insanın hitabeti bu kadar mı güçlü olur ve insanın sesi de boyuna bosuna konuşmasına bu kadar mı uyar?
Körpegöl’den doğuya doğru yürüyünce bir müddet sonra Deli Hakkıların çiftliği çıkardı karşına. Çitle örülüydü etrafı. Karadeniz göçmeniydiler. Deli Hakkı deli olmalı ki bu namıyla anılıyordu. Korkuyordum hiç karşılaşmak istemiyordum. Çitin dibinde bir pınar vardı suyu buz gibiydi. Pınarın önleri düzlüktü. Karalastiğimi çıkarıp kamyon yapardım ve tozlu küçük derelerde oradan şuraya yük taşırdım. Belki bir arkadaş grubu olarak oynuyorduk hatıram bana yol vermiyor şu an. Kamyonları görürdüm şosede ve diğer yollarda, yük taşırlardı. Erbaa’dan Samsun’a Ordu’ya tuğla kiremit götürürlerdi.
Yıllar su gibi aktı sular da aktı gitti. Bugün su çok daha değerli çok daha kıymetli ama su yolunu izini kaybetti. Kainatın düzeni dümdüz oldu tabiat yoruldu. Ne yazık ki insan suya hasret bir hayatı zar zor yaşıyor da suçu kabahati asla kendinde aramıyor…
Çam dedim de…
Çam ağaçları düzlüklerde tek tek yahut yan yana aralıklarla iki yüz üç yüz senenin hatırasını
bedenlerinde ruhlarında taşıyorlardı. Yaz aylarında koyu gölgelerinde eğlenip dinlenenler oluyordu. Orman meyvelerini görmek seyretmek bir iki tane dalından koparıp almak yıkamaya dahi hacet duymadan tatmak insanı hayata bağlıyordu.
Bu anlattığım bölge Canik Dağları’nın batı ucudur belki de. Tarihte de adı geçen Cobu Deresi Körpegöl’den biraz ötededir. Karanlık Dere derdik biz o bölgeye. Yanılmıyorsam öyle. Düzlüğün kuzeyinde Karamuk Köyü’nün çayırı ve Alan Köyü yer alıyordu. Alan Köyü o zamanlar Taşova’ya bağlıydı. Uzaklık neden gösterilerek otuz yıl kadar önce Ladik’e bağlandı. O köyden bir siyasetçi eczacı bir siyasetçi çıkmıştı otuz beş sene geçti aradan. Ladik’te siyasi bir propagandasına kulak vermiştim o günlerde. Sanki aklımda böyle kaldı. Ladik pazarında pazarcılık yapıyordum o sıralarda o esnada. Bir de Feyzullah Değerli adında bir siyasetçiye rastlamıştım. Bir insanın hitabeti bu kadar mı güçlü olur ve insanın sesi de boyuna bosuna konuşmasına bu kadar mı uyar?
Körpegöl’den doğuya doğru yürüyünce bir müddet sonra Deli Hakkıların çiftliği çıkardı karşına. Çitle örülüydü etrafı. Karadeniz göçmeniydiler. Deli Hakkı deli olmalı ki bu namıyla anılıyordu. Korkuyordum hiç karşılaşmak istemiyordum. Çitin dibinde bir pınar vardı suyu buz gibiydi. Pınarın önleri düzlüktü. Karalastiğimi çıkarıp kamyon yapardım ve tozlu küçük derelerde oradan şuraya yük taşırdım. Belki bir arkadaş grubu olarak oynuyorduk hatıram bana yol vermiyor şu an. Kamyonları görürdüm şosede ve diğer yollarda, yük taşırlardı. Erbaa’dan Samsun’a Ordu’ya tuğla kiremit götürürlerdi.
Yıllar su gibi aktı sular da aktı gitti. Bugün su çok daha değerli çok daha kıymetli ama su yolunu izini kaybetti. Kainatın düzeni dümdüz oldu tabiat yoruldu. Ne yazık ki suya hasret bir hayatı zar zor yaşıyor insan da suçu kabahati asla kendinde aramıyor…