Ula bizim köyde bi adam vardı ha…
Tam yirmi beş sene aynı kervanda gidi geldi.
Ekmeyini yedi, çorbasını içti, çanağını da doldurttu.
Ön sıralara oturur, baş köşeye kurulurdu.
Analar nasıl yavrusunu ana şefkatiyle kollar,
biz de buna öyle baktık, gözümüzden sakındık.
Gün döndü, devran değişti…
Bi sabah baktık bu hop diye kervandan inivermiş!
Dedik, “Hayırdır ula, deveye mi kızdın, yola mı darıldın?”
Yok… Meğer içine bi korku sinmiş.
Belki de ardında izler var, üstüne basarlar diye ürkmüş.
Ya da rüzgâr başka taraftan esince
yelkenini ordan yana çevirmiş…
Ama he mi dur hele… Asıl oyunun büyüğü ondan sonra geldi.
Yıllarca “Aman ha bunlar bizim karşı çadır” diye diye
gitti, padişahın çadırına yanaştı.
Başını eğdi, çanağını uzattı.
Olmayan bi lafı bahane edip,
“Ben konuşmam ama o konuşursa ben de yaparım” diye gevelendi.
Yahu madem konuşmayacaksın, niye gidip de dilini büküyorsun ula?
Köy kahvesinde şimdi millet sorup duruyor:
“Ula bu, senelerdir bizimle aynı sofrada oturmuyo muydu?
Ne oldu da çanağı kaptığı gibi karşı tencereye daldırdı?”
Bak evlat…
Bu dünyada ekmeğin yön değiştirmesi kadar tehlikeli şey azdır.
Bazısı kervanı bırakır, bazısı kaptanı…
Ama hem kervanı bırakıp hem de padişahın çadırında çanak yalayan…
Kendi adını kendi çizer.
Biz de köy defterine şöyle yazarız:
“Bu, kervandan inip padişah çadırına kapağı atan,
ana şefkatini de kendi çanağını da geride bırakan yol dönüğü, nam-ı diğer Çanak Kaptan.”
“Ula ekmeğin hatrını bilmeyen, padişahın çanağında tuz arar.”
İsmail Erdal 14.08.2025 Muğla