KELİKÇİ ZİYA – TAŞOVA’NIN AYAK İZLERİNDE BİR ÖMÜR…

0
810
İsmail Erdal’ın kaleminden
Bizim memlekette “kelik” derler; ayakkabı tabanına çakılan, ökçeyi ve tabanı sağlamlaştıran küçük metal çivilere. Yürürken o çiviler yola “tak… tuk…” diye selam verir, adımların sesine ayrı bir hava katardı. Kelik vurmak, usta ayakkabıcıların el işçiliğinin hem sağlamlık hem de şöhret işiydi. İlçemizin unutulmaz ustası Ziya İyiöz de bu işi öyle ustalıkla yapardı ki, zamanla herkes ona “Kelikçi Ziya” demeye başladı.
Ben de de de, 1958 ilkokul yıllarımdan beri ilçemizin ayakkabı tamircisi Kelikçi Ziya’yı tanırım. Asıl adı Ziya İyiöz’dü ama Taşova’da ona “Ziya” derseniz, sanki başka birinden söz ediyormuşsunuz gibi olurdu; herkes “Kelikçi Ziya” derdi. 1906’da Erbaa’nın Fındıcak köyünde doğmuş, küçük yaşta ailesiyle Erbaa merkeze göçmüş. Orada medreseye gidip Osmanlıcayı su gibi öğrenmiş. Harf devriminden sonra Latin harflerini de öğrendi ama Osmanlıcayı bırakmadı; ömrü boyunca da “bu yazının da hatırı var” der gibi kullanmaya devam etti. Daha çocukken bir ayakkabı tamircisinin yanına çırak girmiş. O gün ustanın eline tutuşturduğu çekici bir daha bırakmadı. Önlüğünü kuşanıp kendi işyerini açtığında, ayakkabılar onun elinde sadece tamir olmaz; sahibiyle beraber gülümsemeyi de öğrenirdi.
İyi insandı… Ama bazen fazla iyi. Borç isteyenin parasını verirdi, çoğu zaman da geri alamazdı. “Para gitti ama dost kaldı” diye avunurdu. O yıllara kadar ağzına şarap koymamıştı. Bir gün derdini paylaştığı bir dostunun uzattığı kadehle tanıştı… Eh, o kadeh de onun hayatına öyle bir girdi ki, dostluğun en samimi halini şarap şişesinde buldu. Erbaa’da yaşadığı bir alacak-verecek meselesi yüzünden memleketinden koptu. Tam da o sırada yeni ilçe olan Taşova’ya, 1944’te geldi ve çekiciyle iğnesini burada konuşturmaya devam etti.
O yıllarda yeni ayakkabı almak öyle kolay değildi. İlçede neredeyse herkesin ayağında Ziya’nın çivisi ya da dikişi vardı. Beşinci sınıfta ilk kösele ayakkabım olmuştu. Doğru düzgün giymediğimden ya topuğu koparır ya da önü açılırdı. Her seferinde Ziya’ya götürürdüm. Sabah götürürsem “Hemen yaparım” derdi, öğleden sonra götürürsem “Bırak” derdi; bırakırsan günlerce ayakkabıyı ararsın.
Öğretmen okulunda okuduğum yıllarda Beykoz marka ayakkabılarımın bakımını hep o yaptı. Öğretmen olduktan sonra da ayakkabılarımı ona götürdüm. Babamla eski dost olmaları, çocukluğumdan beri süren tanışıklığımız aramızda başka türlü bir bağ kurmuştu. Sabah dükkâna uğradığımda, müşterilerin ayakkabı durumuna göre Neyzen Tevfik’i aratmayacak nükteler patlatırdı. Aceleci müşteriye “Senin ayağına benzin mi dökeyim, ayakkabına mı? İkisi birden koşar o zaman” derdi. Fazla istekli olana “Bunu bir de terzine götür, yamasını onlar yapsın; ben mucizeci değilim” diye takılırdı. Parasız gelen dostuna “Para yoksa dert etme, ayağının duasını alırım” derdi. Ayakkabı artık ‘ayakkabı’ olmaktan çıkmışsa “Bunu tamir edemem ama müzeye koyarsan adını yazarlar” diyerek güldürürdü.
Akşamüstleri ise tam seyirlikti. Belediye bahçesinin karşısında, Fotoğrafçı Ali Erdem’in üç ayaklı fotoğraf makinesi, yanında su leğeni, dükkânının önünde nöbet bekler gibi dururdu. Eve doğru yalpalayarak yürüyen Ziya, her seferinde sanki makinayı hedef almış gibi üstüne gider, tam devirecekken Ali amcam atik bir hamleyle kurtarırdı. O sırada, “Ziya, Deli Cevriye’nin inekleri suyu içip gidiyor; sen ise makinayı sulamaya kalkıyorsun!” derdi. Ziya ise sanki hiç duymamış gibi hafif bir tebessümle yoluna devam ederdi.
Kelikçi Ziya’nın çekiciyle vurduğu her çivi, iğnesiyle attığı her dikiş, Taşova’da kimin ayağına değmişse o adımlar daha rahat olurdu. Ayakkabılar sadece tamir edilmez, sanki bereketle mühürlenirdi. “Ziya’nın çekici ayakkabıya değil, yürüyüşe vurur; yolu uzun olanın duası da adımı da eksik olmaz” derlerdi.
Doğayı da çok severdi. Herizdağı’ndan çam fidanı getirir, ilçenin çeşitli yerlerine dikerdi. Gönül Hayati Özkan’ın evinin önündeki çamlar onun eseridir. Bazen eve dönerken onlara yaslanır, elleriyle severdi.
Siyasi yönü de vardı. Türkiye İşçi Partisi’ne yakındı. İlçemizin TİP adayı Naci Eren, Ankara’ya konuşmaya gideceği zaman aralarında para toplanırdı. Ziya, önlüğünden bir avuç bozuk para çıkarıp, “Bu da benden” derdi. Bu hareket, hem yardımseverliğinin hem de inandığı değerlere sadakatinin işaretiydi.
Öğleden sonra dükkânına uğramazdım; o saatlerde kendi içine çekilir, kimseyle göz göze gelmezdi. Eve gitmek istediğinde çoğu zaman çevresindekiler yardım ederdi. Oğlu hükümette nüfus dairesinde başkatip olarak çalışırdı; haber verilince gelir, babasını eve götürürdü. Yıllar sonra duydum ki, Ben Taşova’dan ayrıldıktan sonra bu alışkanlığı bırakmış. Bir şirket onu hacca götürmüş; dönüşte hac ibadetinin gereklerini titizlikle yerine getiren, örnek gösterilen bir insana dönüşmüş.
15 Ocak 1981’de aramızdan ayrıldığında cenazesi çok kalabalıktı. Tepe Mezarlığı’na defnedildi. Işıklar içinde uyusun.
Ardında sadece tamir ettiği ayakkabılar değil; dostluğu, dayanışmayı, hoşgörüyü, nükteleri ve diktiği çam ağaçlarıyla yaşayan bir miras bıraktı. Işıklar içinde uyusun.
Belki de bugün Taşova’da çok yıpranmış bir ayakkabı görülse, rüzgârın arasından Ziya’nın sesi gelir: “Bunu tamir edemem… ama müzeye koyarsan adını yazarlar.”
İsmail Erdal Emekli Eğitimci
Ağustos 2025 Muğla
Not: Bu satırları kaleme alırken bana kapılarını ve hafızalarını açan, dedesinin fotoğrafını gönderen Kelikçi Ziya’nın torunu, ilçemizin emektar berberi Servet İyiöz’e; her zaman Taşova’nın belleğini yaşatan Taşova Gazetesi sahibi Ahmet Günaydın’a ve 05amasya.com’un gönüllü hafızası, editör dostum Erhan Gündüz’e gönülden teşekkür ederim. Onların katkıları olmasa, bu yazı eksik kalırdı.
(Ben, Taşova’nın herkes tarafından bilinen ve sevilen, nice insanın ayakkabısını eline alıp dikiş atmış, çivi çakmış, tabanını sağlamlaştırmış Kelikçi Ziya’yı kendi yaşantımdan, kendi gördüğüm kadarıyla; ayrıca torunu ve Onu yakından tanıyan, onunla ilgili araştırma yapmış gazeteci dostlarımdan aldığım bilgiler doğrultusunda yazmaya çalıştım.
Kelikçi Ziya, sadece bir ayakkabı ustası değildi; her çivisinde, her dikişinde ilçenin hikâyesini işleyen bir ustaydı. Onun mertliğini, ince nüktelerini bizzat yaşadım. Ziya’yı yakından tanıyan, onunla oturmuş kalkmış, bir hatırasına tanık olmuş dostların da söyleyecekleri vardır mutlaka. Eğer siz de tanıdıysanız, bir anınıza şahit olduysanız, lütfen yorumlarınızla bu yazıya katılın.
Böylesi ortak anılar paylaşıldıkça, hem yazı zenginleşir hem de Taşova’nın belleğinde Ziya’nın adı daha derin bir iz bırakır. Gelecek kuşaklar, sadece ismini değil, yaşantısını, gülüşünü, emeğini de bilsin. Herkesin hafızasında yer eden bu insan, unutulmasın; anlatılsın ki, dostluğu ve emeği hep yaşasın.)

Yorum Ekle