Yılmaz Sergen
2009 yılında ünlü bir inşaatçımızla yapılan bir röportajda: “inşaatları için kumları Marmara Denizinden, demirleri hurdadan çektik. Tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa binalar kâğıt gibi yıkılır.” Diyor.
1999 depreminde fay hattı üzerindeki Tavsancıl’da imar planıyla tek bir binanın yıkılmaması akıllara geldi.
1987 Yılında belde belediyesi olan Tavsancıl’da, 1989 yerel seçimlerinde Salih Gün Belediye Başkanı seçildi. Gün,imar planı hazırlamak için Kocaeli Üniversitesi’nden bilim insanlarına başvurdu. Bilim insanlarının hazırladıkları zemin etüt raporunda deprem riskine dikkat çekiliyordu. Gün bilimsel raporu dikkate alarak bir imar planı hazırladı. Plan doğrultusunda kat sınırı olmak üzere bütün kararları eksiksiz hayata geçirdi.
İmar planı halk arasında tartışmalara yol açtı. Gün’ün kızı o günleri şöyle anlatıyor. “Çok tepki çekti. Babamın en yakın arkadaşları babama küstüler. Babam hiç taviz vermedi. Kendi evimizde rahmetli dedem bir kat daha çıkmak istedi; babam kendi babasına bile izin vermedi. Burası deprem bölgesi baba kesinlikle olmaz dedi.
Her zaman söylediği söz İnsan kaybetmektense oy kaybetmeyi yeğlerim”
Bu alıntılara yorum yapmak istemiyorum. Daha önce depremlere ilişkin gazetemizde aynı minvalde yazılmış iki tane yazım var.
Önlenmesi mümkün kusurlarımızın var olduğunu hepimiz biliyoruz. Deprem kuşağında olan ülkemizde önlenebilir kusurları ihmal etme hakkımız olmamalıdır çünkü bedeli çok ağır oluyor. Net ve katı tedbir, sıkı denetim yapılmadıkça üzülmeye, ülke olarak insanlarımızı kaybetmeye devam edeceğiz.
Sormamız gereken insanı yaşat ki devlet yaşasın ifadesinin neresindeyiz.
İkinci sorum rant mı? İnsan canımı buna net samimi bir cevap vermek
zorundayız.
Ülke olarak yaşanmışlarımız orta yerde duruyor. Onca depremden sonra çok
şeyler yazıldı. Uzmanların ikazlarını, raporlarını önemsemeyip, hiçbir değişikliğe
gerek duymadan tedbirsizce kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Aynı bölgede yanyana bir bina yıkılıp diğeri ayakta kaldıysa bunu yapan
müteahhide, kontrolünü yapan yetkiliye, izin verenlere
Soracak bir sorumuz olmasın mı?
Deprem uzmanlarının onca ikazlarına rağmen önlemleri almayıp kader deyip
üstünü örtmek hiç kimseyi sorumluluktan kurtarmayacaktır.
Biliyor musunuz? Deprem öldürmüyor. Artık şunu net olarak görmeliyiz daha
çok kazanma aç gözlülüğüyle yapılan çürük binalar öldürüyor. Oy devşirmek için
yapılan İmar afları, usulsüz verilen ruhsatlar, kontrolsüz yapılaşma o kadar çok
şey var ki.
Binlerce insan enkaz altında canlarını kaybediyor, anasız, babasız, kalan
çocuklar evsiz, barksız kalan aileler bunların vebalinden nasıl korkulmaz
anlamada zorlanıyorum.
Hamburabi Kanunları:
“ 229. madde: Bir usta herhangi biri için bir bina inşa eder ve bu binayı uygun
bir şekilde yapmazsa; inşa ettiği bina yıkılıp sahibini öldürürse inşaatı yapanda
öldürülür.
232. madde:Binanın bir kısmı harap olursa, harap olan kısmın tümünü inşaatçı
tazmin eder ve yıkılan binayı düzgün bir şekilde tekrar inşa eder.
233. madde:Bir kişi,başkası için bina yapıyorsa, bina henüz tamamlanmamış
olsa bile,duvarı yıkılmışsa,inşaatı yapan kişi kendi imkanlarıyla duvarı daha
sağlam hale getirir.”
Bu çağda bu olur mu? Evet olmaz
İnşaatı yapanları alın öldürün demiyoruz. Teknolojinin Hamburabi döneminden
çok üstünde olmasına rağmen aşırı kazanç hırsıyla çürük yapıları inşa edenler,
denetlemeyi hikâyeden yapanlar, çürük zeminlere yapılaşma fırsatı verenler
durmadan imar affı çıkaranların yaptırımları inandırıcı ve caydırıcı olmalıdır.
Görmezden geldiğimiz ihmallerin bedeli yıkılan binaların altında kalan binlerce
insanın ölümüyle sonuçlanıyor.
Hamburabi kanunlarının maddi boyutu bile uygulansa çürümüşlük ortadan
kalkacaktır.
Yapılması gerekenleri yapmayıp, Plansız, zemin etütsüz çürük binaları mantar
gibi dikmenin, hesapsız bırakmanın nihai sonucu budur.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın…