Amasya İtimat

GÜNAYDIN KARDEŞLER YENİ ŞAFAK PAZAR İLAVESİNDE…

0
790

Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy ile ilgili araştırmaları ile ilgili ülke çapında meşhur olan Gazetemiz Kurucusu merhum Ali Rıza Günaydın’ın evlatları Yusuf Turan Günaydın ve Selma Günaydın 29 Mart 2020 Pazar günü yayınlanan Yeni Şafak Gazetesinin Pazar İlavesinde konuk oldular.

İstiklâl Şairi Mehmet Akif Ersoy’un Halkalı Ziraat Mektebi’nde öğretmen olduğu dönemde hazırladığı “Zeytin Ağacı” üç yıl önce bulunmuştu. Ali Birinci ve Yusuf Turan Günaydın tarafından keşfedilen eser, Günaydın ve kardeşi Selma Günaydın tarafından günümüz harflerine aktarıldı. 1913 yılında yayınlanan çalışmada Akif’le birlikte Mehmed Ekrem Üzümeri ve Mikail Çilingiryan’ın da emeği bulunuyor. “Zeytin Ağacı” geçtiğimiz günlerde Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları arasından özenli bir baskıyla, aslıyla birlikte okura sunuldu. Öğrencilere yönelik çalışmanın emektarı, daha önce Mehmet Akif imzalı Kavaid-i Edebiyye ve Mektuplar‘ı hazırlayan, Akif adlı biyografiyi kaleme alan Yusuf Turan Günaydın ile Ersoy’u ve Zeytin Ağacı’nı konuştuk.

DÖNEMİN ŞARTLARI ONU ÇOK YÖNLÜ YAPTI

Âkif Milli Mücadelede önde, şiir yazıyor, siyaset yapıyor, baytar, eğitmen ve böyle bir kitap hazırlıyor. Onun çok yönlülüğü hakkında ne söylemek istersiniz?

Böyle bir kitap hazırlamasına şaşmamak gerekiyor. İşte belirtiyorsunuz; eğitimci yönü de var. Milli Mücadele için koşturuyor ama mektuplarında adı geçen damatlarından biri Ankara’daki günlerinde Ziraat Mektebinden talebesidir. Demek ki eğitimci yönü her zaman devrede. Sadece İstanbul’da Halkalı Ziraat’te değil, İstiklal Harbi’nin o sıcak günlerinde Ankara Ziraat’te de hocalık yapmış. Âkif’in çok yönlü şahsiyetinin her yönü, hayatının hemen her aşamasında bir arada iş başında diyebiliriz. Dönemin şartları da bunu gerektiriyor zaten. Kısaca şunu söyleyebilirim; Âkif’in çok yönlülüğünü tam değerlendirebilmemiz için daha araştırmamız gereken çook ayrıntı var.

Zeytin Ağacı’nın etkileri, diğer Mehmet Akif eserlerinde kendini gösteriyor mu?

Bu kitabın izlerini en somut biçimde Safahat’ta görebiliriz. Safahat’ın “Âsım” kitabında idealize ettiği genç Asım’a kimlik ve kişiliğini kaybetmeden müsbet bilimler tahsilini ve yabancı dil öğrenmeyi tavsiye ediyor. Yabancı dil öğrenme konusundaki hassasiyetine mektuplarında da rastlıyoruz: Hâfız Âsım Şakir Gören’e yazdığı bir mektupta “Aman Fransızcayı bırakma. Her mümkünü yerine getir de şu lisanı lüzumu kadar öğren” diyor. Bunu neden belirtiyorum: Zeytin yetiştiriciliği konusunda 1913 yılında Halkalı Ziraat’te okutulacak bir ders kitabı yok ve bu sorun ancak yabancı dil öğrenilerek aşılabiliyor. Dolayısıyla Âkif’in Zeytin Ağacı adlı bir kitap hazırlamasını sağlayan muharrik güç, aslında onun dünya görüşünde, dünyaya bakışında mündemiçtir.

TEVAZU VE BİLİNÇ ÖRNEĞİ

Kitap nasıl bir hedefle hazırlanmış?

Âkif ve Çilingiryan imzalı küçük mukaddimede kitabın hazırlanış hedefi çok net bir biçimde ortaya konuyor: “Fakir, pek fakir olan ziraat kütüphanemize” bu “naçizane eseri” sunmaktan duydukları sevinci belirttikten sonra, söz konusu kütüphaneye kitap kazandırma hususunda atılacak her bir adımın bir “terakki eseri”, sönük de olsa bir “hüsnüniyet şulesi” ortaya çıkaracağını, bu şulelerin “yarının daha parlak nurlarını” hazırlayacağını vurguluyorlar. Doğrusu bu tevazu ve aynı zamanda bu bilinç, bugünün araştırmacısına, bilim aday ve adamlarına her zaman örnek teşkil etmelidir.

Kitabın hazırlandığı yıllarda dünya savaş eşiğinde… Akif’in bu çabası bize ne söylüyor?

Zeytin Ağacı’nın basım yılı 1913… Tam da Balkan Savaşlarını kaybetmiş bir Osmanlı Devleti var. Dünya da kaynıyor. Ülke bütün gücünü cephelerde sarf ediyor ama hayat da devam ediyor bir yandan. Ülkenin eğitim kurumları var ve buralarda çocukların, gençlerin eğitim görmeleri de gerekiyor. Savaşın getirdiği olumsuzluklar ortamını alt etmenin bir parçası da aslında bu çabalar. Âkif’in bu yöndeki çabasını, Safahat bize çok güzel yansıtıyor. Safahat’ın, hatta İstiklal Marşı’nın arka planında bu hadiseler var aslında. Bunlar arasında en fena tesir uyandıranı da 16 Mart 1920 – 6 Ekim 1923 arasındaki İstanbul’un işgali… Ülkenin manzara-i umumiyyesinden dolayı, millette büyük bir yılgınlık, ümitsizlik dalgası yayılmış. Fakat Âkif Safahat’ta “Yeis yok!” diye haykırıyor. Konuyla ilgi Kur’an ayetlerinden, peygamberimizin hadislerinden yola çıkarak yeisi ve meskeneti şiddetle kınıyor. Sadece Safahat’ta mı? Mektuplarında, bütün yapıp ettiklerinde onun bu tavrını net olarak görebilir ve sezebiliriz. Âkif’in en ümitsiz ortamlarda bile ümidi yitirmemeyi ve çalışmayı terk etmemeyi öğütleyen tavrı bugün de bize örnek teşkil ediyor… Çünkü biliyoruz ki bugün de şahsî menfaatlerini, muhtemel müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilecek kimseler var aramızda. Âkif’in çığlığı, çabası bu tür durumlarla karşılaştığımızda bize gayet güzel rehberlik edebilir; bu özelliğini hâlâ koruyor. Bu sebeple de Safahat’ın ilgili bölümlerini sürekli okumak, okutmak ihtiyacındayız; oğlu Emin’in hatıralarında da onun bu çabasının somut bir örneği bulunduğunu unutmamalıyız.

KÜLTÜRLER İÇİN ÖNEMLİ

Zeytinin bizim ve diğer kültürlerdeki yeri, önemi nedir?

Eski Mısır’da, Tevrat’ta, Eski Yunan’da zeytin ağacının önemli bir yeri olduğu, zeytin dallarının başarıyı kutlama aracı olarak kullanıldığı, bu ağacın herhangi bir aksamının çirkin işlerde kullanılmasının men edildiği gibi birçok ayrıntıdan söz ediliyor. Kur’ân-ı Kerîm’in Tin Suresinde de zeytin, Rabbimizin adına yemin ettiği bir bitki olarak zikrediliyor. Zeytini önemsemeyen hiçbir inanış ve kültür yok diyebiliriz. Bizim çocukluğumuzda ise zeytin fakir yiyeceği olarak tanınırdı. Ömer Seyfeddin’in “Zeytin Ekmek” hikâyesini hatırlayın, zeytinin bu özelliği orada çok çarpıcı bir biçimde anlatılır.

Sahaftaki keşif

Çevirinin, derlemenin Mehmet Akif Ersoy›a ait olduğu anlaşılmamış sanırım en başta. Bu nasıl keşfedildi?

Evet, çeviri-derleme bazı kütüphane kataloglarına girmiş, hatta Osmanlı dönemi ders kitaplarından söz edilen bazı makale çapındaki araştırmalarda da künye olarak zikredilmiş. Büyük ihtimalle Mehmed Âkif adı, başka biri olabilir diye düşünülmüş. Bizde yaygın olan tecessüs eksikliği de devreye girince, bu ismin Mehmet Âkif Ersoy’a ait olup olmadığı, ait ise sağlam gerekçesinin ne olduğu da hiç araştırılmamış görünüyor. Peki biz nasıl netleştirebildik bu hususu? Bunun için eseri keşfediş hikâyemizi anlatmam gerekiyor: Ali Birinci Hoca’ya uğradığım bir gün, Bilgitek Sahaf’a gittik. Sahaf bir torba içinde bazıları ikişer üçer bir arada ciltlenmiş birçok şapirograf ders kitabı çıkarttı. Hepsi de merhum Süleyman Fehmi Kalaycıoğlu’nun terekesinden kalma imiş. Sahaf, bu kitapların hepsini alması için teklifte bulununca Hoca da kabul etti. Kitapları alıp Hoca’nın kütüphanesine geldik. Bakmam için bana verdiği grupta yer alan kitapları incelerken bir de ne göreyim? Zeytin Ağacı adlı bir kitabın kapak sayfasında Mehmed Âkif ismi geçiyor. Hoca’ya sordum tabii, başka bir Mehmed Âkif olabilir mi diye…

Nasıl emin oldunuz?

Hoca kitabın çoğaltılış tarihini sordu, 1328 (1913) deyince hiç tereddüt etmeden ‘Evet’ dedi, ‘O yıllarda Âkif Halkalı Ziraat’te hocaydı…’ Tabii zengin kütüphanesinde bulunan Halkalı Ziraat Mektebi’yle ilgili bir kaynağı; Hadiye Tuncer’in Kırk Yıllık Meslektaşlarımız adlı kitabını bulup hemen açtı ve ilgili sayfalara bakınca kapaktaki Mehmed Âkif’in başka bir Âkif olamayacağı ayan beyan ortaya çıktı. Burada verilen bilgiler de Birinci Hoca’yı tam anlamıyla destekliyordu. Bu kaynakta Halkalı Ziraat’in bütün hocaları, verdiği mezunların isimleri ve dönemleri ayrıntılı bir biçimde kaydedilmişti.

Sanattaki nesnel karşılık

Mehmet Akif nasıl bir eğitmen?

Onun eğitici yönünü Safahat’ın bütünüyle birlikte asıl Âsım bölümünde çok somut bir biçimde görebiliyoruz. Yine öncelikle bir baba olarak çocuklarının eğitimi hususundaki titizliğini mektuplarından izleyebiliyoruz. Zeytin Ağacı kitabı da bize onun eğitimcilik yönü hakkında önemli ipuçları sunuyor. Kitap, öncelikle onun eğitim alanındaki sorumluluk duygusunun bir mahsulüdür. Yani eğitim alanında da Safahat’taki çağrısına uygun bir tavır sergilemiş oluyor. En kötü şartlarda bile eğitimin kaçınılmaz olduğunu vurgulamış oluyor böylece. Sanatta nesnel karşılık arayanlar için Âkif’in yazıp çizdikleriyle hayatı arasında büyük bir uyum olduğunu bu vesileyle kolayca gözlemleyebiliyoruz.

Yorum Ekle