Ayaklarım kırılacak çok yakında biliyorum. Vücudumu ayakta tutan, hareket ettiren ne varsa kırılacak. Önce buz olmuş kaldırımlarda, çukurlaşmış yollarda, taşları yerinden oynamış kaldırımlarda ayağım kayacak, biri beni itecek, omuz vuracak, tekeri patlamış bir araba çarpacak, sarhoş bir şoför üzerime sürecek, önce düşeceğim, vücudumun birçok yerinde kırıklar ve çıkıklar oluşacak. Ayaklarım vücudumu taşıyamadığı günler geldiğinde hayatımın bütün gün ve saatlerinin tahlilini yapmamın ne bana ne de benimle ilişkili kimseye faydası veya zararı olmayacak.
Ayaklarımın uçlarına basarak yürümemin kırılmışlık hummasına takılışın etrafıma çöreklenmesine bir engel olsam, engellemeye gücüm yetse, önümdeki günler çok daha sağlıklı olacak biliyorum.
Son günlerde; saçlarıma aklar yağmur damlaları gibi düşüyor, artık aynalara baktığımda saçlarıma bakım yapmıyorum. Yapamıyorum. Beyazı çok olmuş bir bahçenin taranmışlığı, biçilmişliği, sulanmışlığı, çatlamışlığı göz hapsimden azat olalı birkaç yıl oldu. Kelkit anlatsın, Kelkit yıkasın, Kelkit götürsün yüreğim de ne varsa, götürsün de denizin ve dahi okyanusun orasında açmaya yüz tutmuş ıslanışın gülümseyişinde güneşe el sallayışın bir, iki, üç ve dahi yedilerden kırklara ulaşıp bütünleşen zirve ne ise orada oturmak, konuşlanmak, otağ kurmak, sevmek, duygu alıp vermek offff ! Sevmek işte, sevmek ve yaşamak ne ise onu bütün hücrelere pompalamak ve sürekli beslemek son damlaya kadar.
Varlığına yıldırımlar düşeli dört mevsim yanar oldu biliyor musun? Rüzgârımı mermilerle vurdular, boynuna urganlar geçirilmiş bir hayatın her karesinde ağrılar var. Ayaklarım kırıldı kırılacak biliyorum.
Boşluğumda ateşlendiğine inanan lambalar ağlıyor. Gözlerin kurumuşluğunda ok olmuş kirpiklerin kendi kırılganlığında buz tutan deriler titriyor ateşe inat. Ahu zar gibi düşen ne varsa kalbin bitişine, tekleyişine, tıkanıklığına ulaşır kendi sessizliğinde.
Çilem olsun ne yaşıyor ve çekiyorsam, sükûtum inancımın dozuyla paralel yoluna devam ediyorken seher asaletim, şafak türkülerim önümü aydınlatıyor.
Ben seni nasıl sevdim. Nasıl… nasıl… nasıl…
Sevginin hasretiyle kavrulan heceler kelimeleri, kelimeler cümleleri, cümleler dizeleri oluşturdu da nasıl bir şiir oldu. Onu ben bilirim.
Çok yorgunum. Çok kırgın ve kırılganım. Her tarafı alev almış bir tarihi dokunun dumanlanıyla gökyüzüne yükselişi yaşıyorum. Çarelerin hafta sonunda yurt dışına çıktığı, gidişim ve gelişimin sabah ve akşamı bütünleştirdiği vaktin teslim aldığı günlerdeyim.
Saçların kendi dağılmışlığında efsane esintilere teslim oluşun geceye ayaz olmuş şarkıların makamlarının bilinmesine ihtiyaç niyedir. Kelimeleri kurşunlanmış cümlelerin noktaya ihtiyacı ne kadardır.
Haydi yürüyelim. Mevsim ağır ayak beyazını boşalttı boşaltacak. Kim bilir kartopu oynar, kardan adam yapar alabildiğine çocuklaşır, mevsime meydan okur, gökyüzünden ulaşan ne varsa bağrımıza basar, elimizle tutar, hasrete adanan ve söylenen ne varsa, ötesi vuslat diye soluklanır, doyamadım diyemeden yolculuğun adını koymadan avazın çıktığı kadar ses verip heeeyyy! deli gönül dellenme yoluna devam etki, yolcu yolun da olsun.
Bana yağmur getir. Kar vaktinde üşüyorum. Biliyorum çok yakında bacaklarım kırılacak. Ayaklarım vücudumu taşıyamadığı günler geldiğinde hayatımın bütün gün ve saatlerinin tahlilini yapmamın ne bana ne de benimle ilişkili kimseye faydası veya zararı olmayacak.
Beni ıslatan her damla, yağmurdan önce ağlayacak, toprağa düşmeden ıslanacak, susuzluk giderilecek, gökyüzüne sefer başlayacak.
Osman BAŞ
06.02.2012 / Ankara