Naci Konyar
Yazma heveskarlarının yazılarından onların ruh dünyasını da anlayabilirsiniz. Çocukluğunuz, gençliğiniz yaşadığınız eski mahalleniz, o mahalledeki çocukluk arkadaşlarınız, koşup oynadığınız sokaklar, yürek ısıtan komşuluk ilişkileri, komşu teyzeler, eski bahçeli evlerin çeşme ya da kuyu başına dizilen gül sardunya saksıları ve evlerin sınırında sıra sıra gelin gibi sallanan uzun kavak ağaçları yazıya dökülmüşse geçmişine yabancılaşan bir ilçede kaybettiklerini arayan bir geçmiş severin satırlarıdır okuduklarınız…
Gelin geçmiş zaman köprüsünden geçerek, zaman geçip giderken beraberinde neleri götürdüğünü ve de eski mahallemizi bir hatırlayalım;
Bir mahalle kültürü vardı. Kültür dediysek aklınıza hemen ilim, kitap gelmesin. Bir mahalle adabı, bir mahalle edebi vardı. O mahallenin birbirine açılan planlı sokaklarında birbirine yaslanarak ayakta duran güler yüzlü, bahçeli kerpiç evlerde yürekleri birbirine yakın insanlar yaşardı. Acılar paylaşılarak hafifler, sevinçler paylaşılarak çoğalırdı. Bir cenaze olsa ölü evine yemekler taşınırdı. Adı konulamayan bir şeylerin değiştiğini fark eden bir yaştayız. Şimdi sokaklar eski sokaklar, insanlar eski insanlar değil artık. Varla yokun bir arada olduğu bir zamanı yaşadık. Eşyalar insanların anılarını, duygusal bağlarını ve kişisel tarihini barındırır geçmişte evlerde tel dolaplar vardı. Gelişen teknolojiyle televizyonlar buzdolapları çamaşır makineleri doğalgaz ve çok şey değişti. Tek katlı ahşap kerpiç evlerin yerinde apartmanlar boy göstermeye başladı.
O yıllarda evlerimizin içi de kibirli değildi. Genellikle el emeği dantel perdeler, mutfakta tel dolap, kavanozlarda yedek un, pirinç, şeker. Düğün fotoğraflarının sergilendiği camlı büfeler zamana karşı direnen eşyalarımızdı eski evler mütevazıydı. Eski evlerin insanları toprak kerpiç ve ahşap gibi basit evlerde ömür sürdüler. Onlar doğallığı, sağlıklı olması ve ucuza çıkması nedeniyle, insanın geldiği ve gideceği yeri hatırlatan fani dünyanın ölümlü misafirleri oldukları için basit sade evlerde yaşadılar.
Yaptıkları evlerde komşuyu rahatsız etmeyecek bir mesafede, güneş rüzgar ve manzara gibi nimetlerden istifade etmesine mani olmayacak şekilde, komşuluk hakkını gözetmeye dikkat ettiler.
Geçmişte bir evden beklenen sakin bir yuva, hayatı paylaşmaya vesile olan bir sığınak ve iyi komşuluklarla sürdürülen bir hayat nizamıydı. Zamanımızda ev yuva değil, ticari meta, mal, gerektiğinde paraya çevrilecek bir yatırım ya da kiraya verilecek bir gelir kapısı olarak değerlendirilmiştir. Zamanımızda evler etrafa karşı bir prestij mekanı, güç ve kudreti kanıtlama aracıdır. Mobilyalar ise ne kadar zevk sahibi olduğunuzu ispat eden bir statü işaretiydi.
Özellikle bugün geldiğimiz noktada modern şehircilik anlayışıyla betonarme yapı sistemleri acımasızca tabiatın canına okumuş, bahçeli evler birbir apartmana dönüşmüş, inşaatlar tabiatı koruma, güzellikleri muhafaza şuuru ile hareket etmemiş bir şehrin yeşil manzarası betonlaşmış, taşlaşmıştır.
Taşova’mızın şimdiki yeni yüzü apartmanlar, sıcacık bir ruhu olan mahallenin sokağın yok oluşunun göstergesidir. Oysa mahallenin ve sokağın bir kimliği vardı o sokakta yaşayan insanların ruhuna yansıyan. Güler yüzlü kibirsiz bahçeli evler, sokağın selamlaşan hal hatır soran insanları. Evet artık önüne kilim serip sohbet ettiğimiz evlerin yerini apartmanlar, veresiye veren mahalle bakkalının yerini, soğuk ifadeli kasiyerlerin bulunduğu üç harfli marketler, terzilerin yerini butikler almış şehirlerimiz kimliksizleşmiştir.
Dostlukların, komşulukların, vefa duygusunun azaldığı, apartmanlarda sadece merhaba diyebilen içi boşaltılmış komşuluklar, çıkar ilişkileri üzerine kurulan dostluklar. Evet bütün bunlar güzelliklerin tükendiğinin hazin örnekleridir.
Sokağı ile bütünleşen eski bir geleneği devam ettiren insanlardı onlar. Komşularla yaşanan dostluk, apartman ziyaretlerindeki mesafeli ilişkilerden çok farklıydı eski evler ve bugün ki evler ikisi aynı dünyanın malı değildi. Eskinin bahçeli evlerini, komşuluklarını bugünün apartman sefaletiyle kıyas edemeyiz.
Bizler eskiye güzelleme yaparken eski şehirlerin aynısını yapalım demiyoruz. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle; ‘Bizler maziyi aramıyoruz, mazide var olup da kaybettiğimiz ve yerine koyamadığımızı arıyoruz’
Bu yazımızın temel amacı mazi ve hali karşılaştırarak çevre düzenlemesine yön veren bazı sorunlara değinmek, hatırlamak ve paylaşmaktır. Zira bütün insanlar güzel bir hayat yaşama hakkına sahiptir.
Ez cümle, ömrün uzun bir faslını tamamlayan bizler için saadetli bir geçmiş zaman beldesiydi Taşova’mız. Aynı zamanda Gölpınarlı’nın kaleminden dökülenlerdi; ‘Dostluk vardı, vefa vardı; söz vardı, öz vardı, zevk vardı. Neşe vardı, edep vardı, can vardı, canan vardı, hicran vardı, aşk vardı…’
Şimdilerde mahalle ve sokaklarında maziyi halde bulamayanların melale düştüğü, geçmişin mekanlarını eski haliyle gören ve bilenlerin birbir azaldığı hatıralarını kaybeden bir ilçe oldu Taşova’mız. Bize de geçmişin güzelliklerini yazıya döküp bir uşşak şarkıyı mırıldanmak kaldı.
‘Anar ömrünce gönül, giden sevgilileri,
Bilmez biçare kalpler, giden dönmez ki geri.’


