Çocukluk yıllarımızda zekâmızın test edildiği dikkatimizin ölçüldüğü bir hikâye anlatılırdı.
Bir iş adamı uçakla seyahate çıkacaktır. Şirketten çıkarken gece bekçisi iş adamını durdurur. Kesinlikle uçakla seyahate çıkmamasını çünkü kendisinin rüyasında uçağın düştüğünü gördüğünü söyler. İş adamı seyahatten vazgeçer. Gerçektende iş adamının seyahat edeceği uçak dağa çarpar ve parçalanır. İş adamı gece bekçisini hayatını kurtardığı için ödüllendirir ama işine de son verir.
İş adamı hayatını kurtaran gece bekçisini niçin kovmuştur?… Cevap: Gece bekçileri uyumaz. Oysa bekçi uyumuş ve de rüya görmüştür.
Çocuk dünyamızda gece bekçisini ilk tanıyışımız böyle olmuştur. Sonra özgürlüğü tattığımız sokaklarda tanıdık mahallemizin ve çarşımızın gece bekçilerini.
Her evin aileye yetip artan odaları, sofaları, bir büyük bahçesi bu bahçenin dut, kiraz, incir, kayısı gibi meyve ağaçları; hanımeli, yasemin, leylak, gül gibi çiçekleri, çardağı, kuyusu ve kuyu başlarında eksik olmayan vita yağı kutularından saksıların olduğu o tek katlı evlerde yaşadığımız saadet yıllarında sokaklarımızın henüz arabalar tarafından işgal edilmediği, taş parke döşenmemiş toprak yolların olduğu o mahallelerde geceleri güvenliğimizi ve huzuru çaldıkları düdük sesleri ile herkesle tanışık olan gece bekçilerimiz sağlardı.
Yine her seherde besmeleyle açılan dükkanların göze çarpan bir köşesinde dükkana bereket getireceğine inanıldığı için, tutulacak bir öğüt, ahlaki bir prensibin yazılı olduğu levhaların asılı olduğu dükkanların, günün alışverişini tamamladıktan sonra kapanan kapı kilitleri, çarşı bekçileri tarafından bir defa daha yoklanarak gözleme ve koruyuculuk görevi tamamlanmış olurdu.
Büyük alışveriş merkezlerinin olmadığı, kanaat ekonomisinin tüketim ekonomisine dönüşmediği o yıllarda çarşı dükkanlarının paslı kilitleri el ayak çekilince açık unutulmuş mudur diye bekçi babalar tarafından kontrol edilirdi.
Gecenin derinliklerinden gelen düdük seslerini duyduğumuzda kendimizi güvende hissettiğimiz bekçi babalar sokaklarımızı terk edeli yıllar oluyor.
Şairin ‘Neden ucuza çalışır gece bekçileri, tatlı tatlı uyumak varken’ diyerek sahiplendiği bu çileli meslek gurubu bu gün tarihe karışmış olup yerini iletişim güvenlik sistemine ve kameralara bırakmıştır.
Kayıp giden meslek gurupları bizim sosyal tarihimizdir. Bizler yani çocukluklarını 60’lı yıllarda yaşayan nesiller olarak kaybolan meslekleri gören ve tanıyan son kuşağız. Yeni nesiller başka bir dünyaya gözlerini açacaklar.
Onlar kaybolan kalaycı, semerci, kaşıkçı, hasırcı, bakırcı, çıkrıkçı, nalbantçı, esansçı gibi meslekleri; iki kapaklı dört bir yanı cam kutular içinde küçük şişelerde, belli bir ücret karşılığı bir enjektör vasıtasıyla esans püskürten esansçı Hacı abiyi, sele sepet yapan aşağı mahallenin insanlarını, Ömer ve Osman Özdemir amcanın kıvılcımlar çıkartan körüğünü, Bülbül teyzenin kilim dokuyan tahta tezgâhını tanıyamayacaklar.
Ve ilçemizin gece bekçileri Ahmet amcayı, Aziz bekçiyi, bekçi Hamit dayıyı…
Kalın palaska kemerleri, kahverengi üniforma ve bekçi kasketleri özellikle de karşılıklı çaldıkları düdük sesleri ile anlaşarak ‘biz uyumuyoruz, siz rahat uyuyun’ güvenini vererek sokaklarımızı dolaşan gün ağarırken yaptıkları görevin huzuru ile evine dönen gece bekçilerini ne yazık ki artık hayal dünyamızda bıraktıkları tatlı hüzünle hatırlayacağız.
Hüseyin Siret yazdığı bir beyitte gece bekçisini ne güzel resmetmiş:
Ah, o kabus-ı leyl olan bekçi
Geçer etrafı cüst ü cü ederek
(Ah, sıkıntısı gece olan bekçi etrafı kolaçan ederek geçiyor)
Son yıllarda karakollarda azalan sayıları ile çaycı, kaloriferci, hizmetli olarak yardımcı hizmetlerde çalıştırılan kahve renk kostümlü bu güzel insanlar bize geçmiş zamanı, maziyi, hatıralarımızı anımsattı. Mazi hal kisvesine büründü konuştu bizimle. Ve aldı götürdü bizi eskilere, eskinin kaybolan güzelliklerine…
Bu meslek gurubunun tüm emekçilerinin yaşayanlarını minnetle kaybettiklerimizi rahmetle anıyoruz.