Gezip dolanma İspiroğun Seyit gibi
Bari karıştır da ilâğani tutmasıň dibi
Hamaset kelimesi vara yoğa konuşmalar için kullanılır olunca iki kişi arasındaki sohbette dahi bu kelime kendine yer bulmaya başladı. Kelime aslından hareketle cesaret ve beraberinde özgüven aşılıyor durup dururken, en basit meselede bile. Bu defa diğer anlamı giriyor devreye; her konuda atıp tutma, heyecanlanma, etkileme, abartma, politikleşme, hissiyatı devreye sokma gibi…
Hakikat de bu minval üzere…
İma ederek uzaktan uzağa birilerine selam yollama yolunu tercih ediyor insanlar artık. Yani hususi ve şahsi işler güçler meseleler hınçlar kinler husumetler sosyal medyayla araba camına kazınan sloganlarla duvar yazılarıyla kamyon yazılarıyla genele katışmış durumda. Böylece evirip çevirmek sanki umuma şamil şeyler paylaşıyormuş gibi yapmak bu yolla kişiye topluma özele genele ders vermek, yerine göre şahsı, kişiyi, kitleyi, umumu hafifsemek bu asrın önemli eğlenceleri içinde yer alıyor! Alaya almak hor görmek dalga geçmek efkarlanınca oturup cadde boyunda içmek kendinden geçmek bağırmak ankırmak hönkürmek sonra insanlıktan çıkmak bir dal sigara ateşinde alemi yakmak ona buna lakap takmak dedikodu yapmak laf taşımak bir kelimeye bin ekleyerek muhatabına götürmek, önüne çıkana vurmak arkada kalana tekme atmak olduğu günden beri zaten vardı…
Yoktu diyene inanmak hamakatla eşdeğerdir!
Öyle geliyor ki her vasatta din ve dini değerler üzerinden konuşmak atıp tutmak son devirde biraz daha moda oldu. Zaten siyaset, ekonomi ve spor konusunda herkes ulema. Adalet ve idari hususlarda da cümle âlem umera. Zenginleşme becerisi yüksek; yüksek olmasına da gerçekten bunca umera ve ulemaya rağmen gelişme ve ilerleme bir türlü kaydedilemiyor nedense! Son sürat yola çıkılıyor fakat bir noktadan sonra eski ahval ve şerait gelip nöbeti devralıyor, durgunluk, yorgunluk baş gösteriyor, durum asla değişmiyor; eskiye rağbet artıyor, eski mekan içinde bocalama eski olup bitenleri kurcalama halini kimisi alkışlıyor, kimisi kakışlıyor…
Bir ulu çınarın gölgesinde bağdaş kurup oturunca üstüne bir de cigara yakıp seyre dalınca hal ve durum o kadar da kötü değil gibi duruyor…
En azından konuşuyor, yazıyor, çiziyor toplum; asgaride toplumun bir kesimi diyelim. Fakat matematik, fizik, coğrafya gibi konularda durgunluk, dalgınlık var sebep neyse. Buluş yok, teknoloji yok, bilgi yok, bilim yok, zaten mucit hiç doğmadı bu topraklarda uzunca zamandır. Belki ufak tefek şeylerde biri çıkıp kendini gösteriyor ama kafi gelmiyor. Belki yolu kesiliyor, belki ihanet ediliyor…
Sokakta, caddede, yolda, yolakta, meydanda, durakta, seyranda arabaların bilhassa arka camlarında fikir ve düşünce pınarından süzülmüş sloganlar görüyorum. Yanından geçtiğim bir arabanın arka camında Arapça olarak “Malikü’l mülk” yazıyordu. Dikkat etmemiştim sürücü içindeymiş arabanın meğer; benim kendisi hakkındaki düşüncemi hissetti veya içimi okudu galiba ki bastı arabanın gazına. Bunda ne var şimdi? Hiçbir şey yok gayet tabii! İnsanlar hür ve özgür, yazar da çizer de slogan haline getirir de…
Tam da burada çıkıyor mesele gün yüzüne. Buna benzer slogan ziyadesiyle var araba camlarında, duvarlarda, konuşmalarda, sohbetlerde yani hamaset en önde. Herşeyi bilme konusunda Avrupa’da birincilik bizde olmalı yoksa kabul etmem! Çünkü okumada kitapla buluşmada, bilgiyle haşır neşir olmada son sıraları kimselere vermemek gibi bir özel durum söz konusu! Yoksa tam tersi mi? Karalama da var, bühtan da…
Arada sırada ayağımın alıştığı bir pastaneye uğruyorum. Yeni nesil bu tür yerlere gavur diliyle “cafe” diyor ama ben bu kelimeye ısınamadım ve sindiremedim de. Pastane, kahvehane, çayhane demek daha iyi gibi. Bahsettiğim mekana çevredeki esnaftan uğrayanlar oluyor, emekliler taifesinden özellikle birbirine komşu birkaç vilayetin
insanları burada bir araya geliyorlar, sonra işsiz güçsüzler var, ipini sapını koparmışlar da yok değil hani! Fakat asıl müşteri grubu bu emekliler taifesi. Onlar büyükçe bir masanın etrafını kuşatıp birkaç saat oturuyorlar, konuşuyorlar, atıyorlar, tutuyorlar, çay içiyorlar, atıştırıyorlar, atışıyorlar, verandada sigara bile yakıyorlar.
Emekliler grubuyla onların büyük masasına selam verip oturan sohbete karışan genç ve ihtiyar bütün şahıslar tam da bu toplumu yansıtıyor. Her konuda konuşuyorlar, yargılıyorlar, münakaşaya giriyorlar, dini ekonomik siyasi ve güncel mevzuları başka bir fikre, görüşe, düşünceye mahal bırakmayacak şekilde vuzuha kavuşturuyorlar! Bu bir sorun mu? Neden sorun olsun ki? Konuşan insandan zarar gelmez! Düşünmek ve düşündüğünü savurmak savrulmaktan bir nebze olsun iyidir gibi…
Meselenin hususi tarafı da burada. Bu kadar kıymetli bilgi (!) su gibi akıp gidiyor! Arıyorlar tarıyorlar, bulacaklar bulamıyorlar, çünkü irticalen konuşuluyor, masadan kalkınca unutuluyor! Velhasıl herkes gibi onlar da konuşuyor! Yani “ağzı olan konuşuyor.” Memlekette düşünen bilen öneren konuşan çok ancak yapan eden uygulayan proğramlayan hayata geçiren yok…
Güz ayları geldi ya; demek ki köyünden, memeketinden dönenler olmuş. Hoş beşten sonra “köyde ne var ne yok” giriyor sohbetin içine. Memleketten dönenlerden bazıları veya köydeki, memleketteki kardeşleri yakınları bal üretimi yapıyorlar ki konu bazı bazı o tarafa doğru kayıyor. Ürün bal olunca sanki pazarlanması biraz daha kolay sanki. İçlerinden biri hemen telefona sarılıp “alo, nasılsın, iyi misin, şimdi senden bahsediyorduk, bizim Yaşar dayı memleketten gelmiş, katkısız şekersiz bal getirmiş, sana da ayırmasını söyledim” şeklinde bir konuşma başlıyor. Bu da başlı başına hususi bir maharet gibi duruyor. Karşı taraf soruyor olmalı ki cevaben şöyle diyor: “Biliyorsun kardeşim Ragıp da bal üretiyor, o gönderiyor bana.” Konuşma telefonda uzayıp gidiyor. Adam almak istemiyor, telefon açan kesmek bilmiyor. Emr-i vaki!
Geçenlerde içeri girdiğimde masa kalabalıktı yine ama aşina simalar yoktu. Bu yeni gruba uzakça boş bir masaya oturdum oturmasına ama gayri ihtiyari kulak misafiri olmak zorunda kaldım. Anladım ki mevzu derin. Herkes fikrini ve düşüncesini ifade ediyor ama çözümü başkasına daha doğrusu “hayale” havale ediyor. İşin acı tarafı da bu değil mi zaten?
Hamaset öyle bir ilaç ki her derde deva! Mevzu geniş konu çok, sorumluluk yok…
Masanın bana bakan tarafındaki şahıs aşina olduğum bir kimse, bana doğru bakınca elini kaldırdı. Uzaktan uzağa tebessüm edip selamlaşınca beni de muhabbete katmak istediğini anladım. Normalda bütün her şey güzel, sohbet de yerinde. Araba camlarındaki sloganlardan gönüllerden geçenlere kadar, siyasetten dini konulara kadar, hepsi çok çok güzel. Fakat bir iki kelam etmezsem olmazdı.
Dedim ki: “Bu konuları hiç nefsinizde yaşadınız mı? Mesela şu zor dönemde işinden ayrıldığı için evine ekmek götüremeyen bir babaya münasip bir lisan-ı hal ile bir haftalık masrafını karşılayacak kadar nakit para verdiniz mi? Bunu sağ elinizle verip sol elinize duyurmadan yapabildiniz mi?”
Birkaç saniye zarfında sükut hızla geçti zaman içinden duman içinden güman içinden. Sonra toparlandılar. İçlerinden bir kişi; “ohoo ağabey, sen daha da derine daldın” dedi. Gülümsedim. “Sorun yok o halde” dedim.
Çünkü konuşmak çok basittir ve haddi hududunda her konuda konuşmak serbesttir. Ne zamana kadar? Muhatabına ulaşana değin! Muhatabın nasıl mukabele edeceğini kestirmek güçtür. Nefsinden uzak laflar etmek, hayal dünyasında gezinmek kolaydır, önemli olan her bir meseleyi nefsine koymak ve bütün ağırlığına, zorluğuna, zulmetine rağmen nefsinde tecrübe etmektir. Zira arabanın camına bir solagan yazıp nefsini her şeyden sıyıracak kadar basit ve yalın değildir hayat. Hayat her şeye rağmen yaraya merhem olabilmektir. Havale ederek hamaset üretmek elbette çok keyifli bir iş. Ağır olan zor olan meseleleri nefis terazisine koymak, tartmak, ölçmektir…
Hayat zordur çünkü sorumluluk gerektirir. Rahmetlik dedemden hatıramda kalan bir deyim var:
“Elekçi Ahmet’in abasını yamamak!”
Bir tane daha var:
“Yaralı parmağa işemek!”
Hayat evvela dertlinin derdine çare olmak, bir hadiseyi çözüme kavuşturmak, yaraya merhem olmaktır…
Bühtanla dedikoduyla koğuculukla nefretle buğuzla hamasetle husumetle cehaletle gafletle laf taşımakla içi başka dışı başka olmakla riya ile menzile varmaz yol, mutlaka şaşar..
Son Söz:
“Lafla peynir gemisi yürümez!”
Enver Seyhan