Hiç bir konuyu adam gibi medeni ölçütlerde tartışmasını beceremiyoruz. Dershaneler konusu da öyle oldu. Bakıyorum basında bir fırtınadır esiyor, kimin ne dediği belli değil. Anlayan da konuşuyor anlamayan da; yani her konuda olduğu gibi, ağzı olan konuşuyor.
Kimse konuşmasın demiyoruz elbette, ama her şeyin kendine özgü bir mantığı ve mantalitesi var. Olay, bir ülkenin eğitim sisteminin dönüştürülmesi gerektiği gerçeği üzerinden değil de iktidar ile cemaat çekişmesi bağlamında değerlendirince ortaya böyle gülünç ve anlamsız manzaralar çıkıyor.
Sayın Başbakan ve Milli Eğitim Bakanımız başta olmak üzere ilgililerin açıklamalarından anlaşıldığı üzere dershanelerin özel okullara dönüştürülmesiyle ilgili on kadar taslak hazırlandı. Milli Eğitim Bakanlığı ve paydaşlar konuyu enine boyuna değerlendirecekler, çalıştaylar düzenlenecek, tartışacaklar ve neticede nasıl olması gerektiği yönünde bir fikir birliğine varılacaktır.
Hal böyleyken bugünden yarına hemen bütün dershaneler, etüt merkezleri ve okuma salonları kapatılacak, buralarda istihdam edilenler bir anda kendilerini sokakta bulacaklar, öğrenciler mağdur edilecek ve eğitimde fırsat eşitliği ilkesi zedelenecek gibi laflar ortalıkta savruldu, işin aslı bir türlü tartışılamadı.
Bu duruma merkez medyadaki bazı şaklaban kalem sahipleri özellikle çanak tuttular. Örneğin Mehmet Baransu hükümetin dershaneler konusunda geri adım atacağını iddia ederek iktidara “tükürüğünüzü yalayacaksınız” dedi. Nazlı Ilıcak ve Nagehan Alçı gibi yazarlar Hocaefendiye örtülü mesaj göndermeyi ihmal etmediler ve bu konuda her zamankinden daha radikal cemaatçi kesildiler.
Olayın bir bakma tarafı olan Samanyolu medya grubu ve Zaman Gazetesinin bir kaşık suda günlerdir estirdiği fırtınayı bir tarafa bırakıyorum. Ahmet Turan Alkan gibi her zaman sağduyunun öncülüğünü yapmış bir yazar bile mevcut iktidara oy vermeyeceğini ima ederek olayı sabote etmeye yeltendi, kişiselleştirdi!
Hele bir vakit bu memlekette Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, şimdilerde kalemşörlüğe soyunan zata ne demeli? “1988 yılında Milli Eğitim Bakanıyken, dershaneler karşı çıkmış ve kapatılmaları gerektiğini savunmuştum” dedikten sonra, dershaneler konusunda bilinmesi gereken gerçekleri kendine göre maddeler halinde sıralamıştır!
Bu maddelerden birincisinde “Dershanelerin mevcudiyeti eğitim sisteminin yetersizliğinden ve yanlışlarından ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, bu yanlışlığı düzeltip eğitim sistemini yeterli hale getirmeden dershaneleri kapatmak, büyük bir boşluğun doğmasına ve çok çeşitli sorunların çıkmasına sebep olacaktır” diyor.
Görüyorsunuz değil mi? Breh, breh, breh! “Onbeş yıl sonra mı aklın başına geldi, o makamdayken neden yapmadın bunları” diye sormazlar mı adama? Zaten bu memleket ne çektiyse her dönemin rüzgârına göre yön değiştiren bu tür ilkesizlerden çekmiştir. Bir gün dağa çıkana özenip dağa çıkacağını söyleyen, bir başka gün milliyetçiyi görüp şovenist duyguları kabaran, bir başka zaman dindarların yanında görünen, özel günlerde hamaset edebiyatı yapan bu ve benzerlerinin bu memlekette bıraktıkları bir tek iz var mı?
Dershanelerin dönüştürüleceği 2008 yılında Sayın Başbakan tarafından ifade edildiğinde böyle bir fırtına kopmamıştı. O halde şimdi neyin nesi bu anti propaganda? Hani o günlerde bütün bu paralel yapılanmaların kapatılması gerektiğini, hatta dershanelerin fakirler aleyhine eğitimde fırsat eşitliği ilkesini ihlal ettiğini söylüyordunuz?
Ne oldu da şimdi eğitim konusunu serbest piyasa ekonomisi ağzı ve çıkar ilişkisi diliyle konuşmaya başladınız? Görüşe bakın; yapılacak olan teşebbüs hürriyetine müdahaleymiş! Ne zamandan beri eğitim konusu ve eğitim müesseseleri ticarethane kategorisine alındı? Eğitim konusunu, eğitim biliminin verileriyle konuşmak ve yorumlamak lazımdır. Gerisi laf ü güzaftır.
Her şey bir tarafa gerçeği konuşacaksak eğer, tartışmamız gereken ana fikir “Gelişmiş ülkelerin hiç birisinde paralel bir eğitim örgütlenmesinin olmadığı” gerçeğidir. Mevcut durum nasıl dönüştürülebilir ve eğitim sitemimiz tam da fırsat eşitliğini sağlayacak şekilde nasıl yeniden organize edilebilir? Sorun budur, bu soruna kalıcı ve gerçekçi çözüm önerileriyle açıklık getirmemiz gerekiyor.
Öncelikle öğrencileri mekanik birer alet gibi test tekniğine bağlayan, gece gündüz “net” hesabı yapmakla yaşamlarını kâbusa çeviren bir aygıta dönüştüren bugünkü sınav anlayışı psikolojisinden kurtarmamız gerekiyor. Dünyanın hiç bir yerinde eğitimin öncelikli amacı “kaç net yaptın?” sorusunun cevabı olamaz.
Ve tabi buna bağlı olarak aileleri ve velileri de aynı psikolojiden ve bu kâbustan kurtarmamız gerekiyor. Sınavın da eğitim öğretim sürecinin herhangi bir parçası olduğu gerçeğinden hareketle diğer etkinliler gibi eğitim öğretim süreci içerisinde, yaparak yaşayarak öğrenmeyi ve üretmeyi amaçlayan bir yaşam biçimine dönüştürmemiz gerekiyor.
TUİK verilerine dayanılarak yapılan son yıllarda sınav kazanan öğrenci sayılarındaki artışın belirleyici sebebinin dershane sayısının ya da dershanelere olan talebin fazlalığı ile açıklanamayacağı kanısındayım. Bunun en önemli nedeninin son yıllarda eğitimin önemine ilişkin oluşan toplumsal bilinç ve özellikle kız çocuklarının okullaşma oranındaki artış olduğunu düşünüyorum.
Sayın Başbakan da son günlerde yaptığı açıklamaların birisinde “Başarının arkasında dershanelerin olduğu görüşüne katılmıyorum. Her şeyden önce bunu 800 bin öğretmenimize karşı bir saygısızlık olarak görüyorum” dedi. Ve “Biz kararımızı çoktan vermiştik, geri dönüş yok, konuyla ilgili yasal düzenleme meclisten geçecektir” ifadelerini kullandı.
Milli Eğitim Bakanlığının yapmaya çalıştığı kamu yararı odaklı iyi niyetli bir çalışmadan ibarettir. Bunca eğitim yatırımı, fiziki yapı, donanım ve teknoloji transferi ve istihdam edilen insan faktörü sadece ve sadece sınava endeksli bir anlayış kalıbı içerisine hapsedilmemelidir. Olaya sadece arz talep meselesi açısından bakıp, paralel ve ikinci bir eğitim örgütlenmesinin desteklenmesinin hiç bir mantıki gerekçesi ve açıklaması olamaz!
Son on yılı aşkın süredir her alanda yaşanan büyük çaptaki değişim ve dönüşüm kaçınılmaz olarak eğitim alanında da yaşanacaktır. Bu durum kaçınılmazdır, yapılmak istenilenleri bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Öyle inanıyorum ki, her şey umduğumuzdan daha güzel olacak ve bu memleketin hayrına olacaktır.
“Mevcudu muhafaza edelim demek, o düzende işi tıkırında olanların düşüncesidir. Mevcudu değiştirelim, devrim yapalım demek mevcud düzende işi tıtkırında olamayanların düşüncesidir. Şimdi Türkiye’de iki takım var. Birileri mevcud düzeni niye değiştiriyorsun diye feryat edenler, birileri de düzeni değiştirmek için her yolu mübah görenler. Allah ikisinin de hak ettiğini versin. İlan ediyorum. Ben bu iki takımmın da oyuncusu değlim!”
Sözlerimi İlesam İstanbul Şube Başkanı Recep Arslan üstadın bir yazısından iktisap ettiğim yukarıdaki paragrafla bitirirken, bizleri bu günlere taşıyan sevgili öğretmenlerimizin öğretmenler gününü içtenlikle tebrik ediyorum.
A.Yusuf Kuyucaklıoğlu