Eskiler, gelmiş geçmiş, olmuş, olacak ya da yaşanmakta olan hadiseden veya halden ya da durumdan bahsederken, hadisenin azameti, vehameti, şartları, şekli ve şemali tahtında, lafın sonuna “dünya hali” şeklinde iki kelime eklerlerdi. Gerçekten ne idi bu iki kelime ile ifade edilen “dünya hali?” Gün doğuyor, gün batıyor; sabah oluyor, akşam kararıyor; gece çöküyor, karanlık basıyor, varlıklar içine kapanıyor, uykuya dalıyor. Akıl sır ermez bir “dünya hali!” İnsanın başını döndüren işler, eylemler, savaşlar, yarışlar, buluşlar, uçuşlar, dertler, sevinçler…
İnsan, aklının erebildiği her yerde olma yarışına kapılmış vaziyette. İnceliyor, kurcalıyor, düşünüyor, derleyip topluyor ve yine netice itibariyle kendisine imkan, maddiyat, fikir, yapı, oluşum, değer ve maslahat olarak geri döndürüyor.
Bütün bu olup bitenin altında merak, yaşama kaygısı ve arzusu, yarın endişesi, savunma ve koruma güdüsü var. Bütün bu olup bitenin altında , bilme, öğrenme, üretme, ürettiğini arz etme, memnun olma, memnun etme, öğünme, beğenme, keyfini sürme, ölüp gittikten sonra arkasında kendisinden bahsedilecek bir eser bırakma fikri mevcut.
Öğrenip bilme tabiatı, insanoğluna fıtrattan bahşedilmiş. Arama, araştırma, bulup geliştirme, yeni imkanlara kavuşma yolunda durup dinlenmeden çalışıyor. Arayıp tarıyor. Yeni şeyler üretmek, imkanların sınırını sonsuza doğru uzatmak istiyor. Deniyor, tecrübe ediyor, başarıyor, başarıyı kutluyor, ödüllendiriyor. Zaten, bilim dediğimiz şeyin aslı, deneylere, tecrübelere cevap veriyor olmasıdır. Bilim, ispatlanır olmadıkça bilim değildir.
Öyle bir vaziyet hasıl oldu ki, küçük bir cep telefonundan dünyanın alayını takip eder duruma gelindi. Derdini, sıkıntısını, talebini, dileğini kimselere duyuramayan sessiz ve suskun dünya ahalisi, birdenbire yazıp çizmeye, konuşmaya, ben de varım demeye başladı. Herkesin elinde bu aletten var ve her şahıs, eskisi gibi tek telefon maksadıyla değil, yazışma, tartışma, okuma, araştırma hususlarında bundan mümkün olduğunca yararlanıyor. Bilimin insanoğluna sunduğu “dünya hali” en son raddede bu olsa gerek. Daha ötesinde, uzay çalışmaları, denizlerdeki faaliyetler, tarım ve hayvancılık, ulaşım, endüstriyel gelişim, askeri sahadaki oluşumlar, bilim sayesinde meydana geliyor.
Bilim, her alanda hızla ilerlerken “dünya hali” olarak ne getirip ne götürüyor? Bilimin kolaylaştırdığı “dünya hali” insanın yararına ne gibi imkanlar sunuyor? Her insan bu mevcut imkanlardan yararlanabiliyor mu? Bilim, bütün insanlığın dertlerine çare üretebiliyor mu? Savaşları, ölümleri, açlığı, sefaleti durdurabiliyor mu?
Bilim, gerçekten insanlığın lehinde mi çalışıyor, bir tarafıyla insanlığı yok etmek de istiyor mu? Yazılan, çizilen bazı haberlerde, kitaplarda belirtildiği gibi şu anda bilimin çoğunu tekelinde tutanlar, acaba kendilerinden olmayan herkesi yok edip mutlu, müreffeh şeklinde açıkladıkları dünyada, ebedi bir hayat mı kuracaklar, buna imkan var mı?
Şu görünen, bilinen, seyrine dalınan hadiselerin akışına bakınca, uzaklarda birilerinin, diğer birilerinin eline vurup ekmeğini elinden almaya çalıştığı, bunun için yoğun gayret sarfettiği gözle görülüyor. Çatışma, atışma, anlaşma, barışma, yarışma, ittifaklaşmaların hepsinin altında, bir miktar hatta daha ziyade, insanlığın bir kısmının zararına dönük şeyler döndürüldüğü de gerçek. Bu kara propagandaların neticesi, olumlu ve insanlık lehine olacak değil. Bir taraftan da savaşlar, öngörüldüğü minvalde devam ediyor. Dünyanın öte başında kan gövdeyi götürüyor, kimsenin umurunda değil. Kendi içinde, kendi yapı taşlarını yerinden oynatanlar da ne yaptığından ve kime çalıştığından habersiz!
İleriki zamanlara güzel şeyler, iyi hatıralar, gülen çocuklar, dostluklar, muhabbet dolu andaçlar bırakmak insanın kendi elinde. Bunun başı sonu, fenne, ilme, bilime gereği gibi ehemmiyet vermekten geçiyor. Aksi halde, her olayın ardından hüzünlü cümleler kurmak, birilerinin keyfine, emrine, ilmine televizyonlarda, telefonlarda, gazetelerde hayranlık duymak kalıyor geriye. Eskiler gibi her hale, her olaya, sinemaya, tiyatroya, tarihe, hayatın düzenine, akışına “dünya hali” deyip geçmek kalıyor…
Güncel meseleler de elbette önem arz ediyor. Cüzdanlar dolu ancak vicdanlar rahatsız… Hayat keskin bıçak gibi, hayallere dur diyor. Siyaset, toplum ile ve toplum da içinde, kendisiyle mutabakat sağlamak zorunda.
Selam ve dua ile.
Enver Seyhan