Enver Seyhan Eylül 2024
Benim yaşımda olanlar bilecekler; Taşova’nın ortasında “Hal” vardı. Öndeki caddede kasap dükkanları, galiba bir fırın, merhum Hakkı Canlı’nın şarküteri dükkanı, üst katta Ülkü Ocağı ve üç adım ötesinde sinema. Karşı sokaklarda ise manav dükkanları ve küçük ölçülerde esnafa ait öteberi dükkanları. Sinemadan caddeyi aşağı doğru dönünce vaktinde, hemen sol sokakta küçük esnafa hitap eden derli toplu orta ölçekli atölyeler kurmuşlar ki zanaat erbabı buradaki dükkanlarda demiri ocakta eritirler, döverler, düzene sokarlar, kazma, kürek, balta, çapa gibi eşya ve alet edevat üretirlerdi. “Öndeki cadde” sıfatıyla betimlediğim caddenin adı Oteller Caddesi olmalıydı. Diğer dikey caddenin adı değişmedi galiba aynı duruyor. Çağpar Caddesi diye biliyorum. Taşova’nın planlı programlı şekilde kurulmasında katkısı bulunan zamanın Tokat Valisi’nin soyadını caddeye vermişler. İyi de yapmışlar. Çok kere yazdım; bir mahallin, caddenin, sokağın, okulun adının değişmesini oldum olası tasvip etmem. Yeni yeni yerler, mehleler, yerleşim yerleri ve kazalar kuruluyor, binalar inşa ediliyor, caddeler sokaklar var; isim bulamamışlar da numara vermişler. İlle adıyla namıyla şöhretiyle sadece insanlar değil maddi manevi yönüyle bütün eşyalar, isimler, yerler, değerler önem arz etmelidir. Bugün var, yarın yok olmamalıdırlar…
Vali İzzettin Çağpar ve kurucu sıfatıyla Goca Müdür Hasan Aykan Taşova’nın o döneme ait ve sonraki devirleri de kapsayacak şekilde geçim yollarını planda belirlemişler, tahmin etmişler ve dahi öngörmüşler: Tütün ve şeker pancarı ki yöreye has elma / alma gibi. Köyde Şubat ayında başlayan çim ekiminden fide dikimine, kocabaş ekimine ve dairesine, deposuna, fabrikaya sevk aşamasına kadar…
Bizim ortaokula gittiğimiz senelerde talebeye ilk dönemde her dersten olmak üzere “dönem ödevi” ikinci dönem yine aynı şekilde “dönem ödevi” verirlerdi. Yaşım kemal çağına doğru yol alınca anladım ki bu ödevler talebeye araştırma inceleme beraberinde tecrübe ve alışkanlık kazandırıyor; neticede notuna da yansıyor. Her gün, her akşam, her hafta sonu ödev veren öğretmeni fazla tutmam; hatta ileriye de geçerek işini boşladığını, ihmal ettiğini düşünürüm. Ders derste öğretilir derim. Dönem ödevi gibi birinci ve ikinci dönemde bir -iki ev ödevi öğrenciye belki yararlı olabilir! Bu arada, öğretmen eski lisanla muallim adil olmalıdır; hakkaniyet ölçülerinin sınırlarını asla aşmamalıdır.
Bu kadar girizgâh kafi.
Haddizatında benim temel konum bu değildi.
O yıllarda, o çağlarda bize de “dönem ödevi” verirlerdi. Mesela Din Dersi’nde verilen ödevi hem de birkaç dönem, iyi hatırlıyorum. Ana konu “ahlâk” olurdu; ya Peygamberimizin güzel ahlâkı, ya genel itibariyle ahlâk. Kur’an ve hadislerle ahlâk konusuna çalışırdık. “Beş ayet üç hadisle ahlâk konusunu açıklayın” gibi bir de başlığı olurdu.
Demin Taşova’nın bir ara sokağında yer alan zanaat erbabından ve atölyelerden söz ettim. Oradan girdim meseleye. O sokakta veya alt sokakta Sonusa kasabasından Behlül adında bir arkadaşımın evinde ahlâk konulu ödevi çalıştığımızı hatırlıyorum. Tabii olarak daha yaşımız küçük. Araştırma kapasitemiz düşük. Konuyu çepeçevre kapsayan en azından benim, bir bilgi gücüm yok! Kitaplardan başlıklara bakarak çözmeye çalışıyoruz. O da ilk elden “Riyazu’s Salihin” adında bir kitap. Başka kaynak nerede Taşova’da 47 – 48 sene önce. Kur’an var elbette. Tövbe estağfirullah!
Konu ahlâk:
Efendimize gelerek, “bana İslâmı öyle tanıt ki…” şeklinde bir sual sorarak konuya giren sahabeye Allah elçisinin cevabı şudur:
“Önce Allah’a iman ettim de. Sonra dosdoğru ol.”
Bu güzel sözden önce galiba, “tutabileceksen ama…” gibi bir uyarısı da var. Aklımda öyle kaldı. Yanlış bir kelam yazarsam eğer vebalini yüklenemem. Allah muhafaza!
Ulu Allah’tan ve elçisinden bir harf dahi uydurmak büyük günahtır!
Kur’an-ı Mecit’te Nūn veya Kalem Suresi var; 68’nci suredir. Surenin ilk ayeti kalem ve satıra yeminle başlar.
“Kalem ve satır;” çok önemli değil mi?
Mekke’de nazil olduğuna göre 622 yılından önce yeryüzüne nüzulü gerçekleşmiş oluyor. Bu da gösteriyor ki Kur’an insana kalemle ve satırla geliyor. Yani yazacak bir madde ve onun yazdığıyla; ve bir de yemin ediyor Yüce Allah kalem ve satır üstüne.
Okullar başladı:
Çok geçecek bu iki sözcük: “Kalem ve satır!”
Surenin sonraki ayeti Efendimize hitap ediyor ve “sen deli değilsin Rabbi’nin nimetiyle” diyor.
Burada inanmayanlara da sorgulayanlara da atıf var; yani gönderme var. Din eksik değildir ve hiçbir şeyi eksik bırakmaz. Gerisini insan kendisi aklıyla, iradesiyle çözecek; Avrupalı Amerikalı nasıl çözüyorsa müslüman da öyle çözecek:
“İlimle bilimle fenle irfanla biyolojiyle kimya ile fizikle matematikle.”
Yeri gelmişken bir yazımda demiştim ki:
“İşte Kur’an bu yolculuğun çerçevesini çiziyor. Bu şekilde yürürsen bu şekilde çalışırsan bu şekilde bakarsan iki cihanda mutlu olursun diyor.”
Sonraki ayette ulu Allah, kul ve resul olan Muhammed Mustafa’ya “sonsuz mükafat verdiğini” beyan ediyor.
Devamındaki ayet:
“Ve sen yüksek bir ahlâk üzerindesin.”
İşte talebe iken ahlâk ayetine örnek olarak bu ayeti yazardık. Oysa bu ayetlerin hepsi bir bütün ve hepsi ahlâktan söz ediyor. Demek ki din evvela ahlâk diyor; “meselenin, işin, sözün ve özün başı ahlâk!” Hadisteki “dosdoğru ol” tümcesi de bir ayettir. Şimdi oraya girmeyeceğim.
Ne acayip değil mi?
Müslüman ama ahlâk yok; müslüman ama eğri!
Oysa müslüman nasıl tarif ediliyor veya bu ayetler Peygamberimizden müslümana neyi miras getiriyor?
Kalem, satır, akıl, mükafat ve yüksek ahlâk.”
Bunun devamında yani ahlâk haricinde hukuk ve vicdan da belirttiğim sınırlar dahilindedir. Bir insan, beşer olarak, kul olarak, mahluk olarak, varlık olarak;
Hukuk ve ahlâk ve vicdan sınırlarını zorladığı an, dinin de sınırlarını zorlamış olur.
Bu kadar!
(Yazı Türk milletinin töresi konusuna da girdiğim için oldukça uzadı fakat o kısmını kestim. Töre konusunda en önemli kaynaklardan birisi “Dede Korkut” kitabıdır. Rahmetlik M. Ergin’in eseri dışında bugün Dede Korkut ile ilgilenen yazarlar mutlaka vardır, olmalıdır; düşüncem bu minval üzeredir. Genç araştırmacıların Türk milleti ve töresi konusunu hakiki anlamda irdeleyeceklerine inanıyorum. Kitap Vatikan ve Dresden nüshası olmak üzere iki kitaptır ancak edindiğim bilgi; Türkistan nüshasının da bulunduğu yönündedir. Türk töresi demek, hukuk ve ahlâk ve vicdan demektir.)
İnsan vicdanı kiralık olmamalıdır.
ES
2024
—
Bu arada ortaokul üç veya lise çağında bulunan gençler; eğer Mehmet Rauf’un “Eylül” adlı romanını okumadı iseniz, imkanınız varsa hemen edinin ve okuyun. Yazar, kendisine büyük romancı Halit Ziya’yı örnek almış ve onun yolunda yürümüştür. Ancak onun gibi bir romancı olamamıştır. “Eylül” romanı döneminde toplumumuzun yapısını yansıtmaktadır. Çok mühim bir eserdir.