DOĞAYLA BARIŞIK BİR YAŞAM NASIL YOK EDİLDİ? (BÖLÜM 3)

0
73
Amerika yerlileri için toprak, fethedilecek bir alan değildi.
Toprak, üzerinde yaşanan bir nesne değil; bir yaşam ortağıydı.
Onlar toprağa hükmetmeye değil, onunla birlikte var olmaya inanıyordu.
Avrupa’dan gelenler bunu anlayamadı.
Daha doğrusu, anlamak istemedi.
Çünkü Avrupa’nın dünyaya bakışı farklıydı.
Doğa, dizginlenmesi gereken bir güçtü.
Toprak, sömürülmesi gereken bir kaynaktı.
İnsan, doğanın efendisiydi.
Amerika yerlilerinin yaşamında ise bu hiyerarşi yoktu.
Toprak ana vardı.
Su kutsaldı.
Avlanmak bir ihtiyaçtı ama talan değildi.
Üretmek vardı ama biriktirmek yoktu.
Aztekler tarımı biliyordu.
Mısır, patates, domates gibi ürünleri sistemli biçimde yetiştiriyorlardı.
Mayalar gökyüzünü izliyordu.
Takvimleri vardı, astronomi bilgileri vardı.
İnkalar yollar yapmıştı.
Dağları aşan su kanalları kurmuşlardı.
Ama Avrupa bunların hiçbirini görmek istemedi.
Çünkü bu bilgi, onların “ilkel” anlatısına uymuyordu.
Gelenler ilk olarak altına baktı.
Tapınakların süsüne değil, içindeki madenlere ilgi duydular.
Tanrılara adanmış eşyalar eritildi.
Kültür, külçeye dönüştürüldü.
Direnenler öldürüldü.
Teslim olanlar köleleştirildi.
Yetmedi; hastalıklar bilerek ya da umursamazca yayıldı.
Bağışıklığı olmayan milyonlarca insan salgınlarla yok oldu.
Bu, doğal bir karşılaşma değildi.
Bu, bilinçli bir yok etme süreciydi.
Sadece insanlar değil, hafızalar da hedef alındı.
Diller yasaklandı.
İnançlar alaya alındı.
Çocuklar ailelerinden koparıldı.
Bir halkın kökü, sadece bedeniyle değil;
kültürüyle, diliyle, belleğiyle sökülmek istendi.
Bugün Amerika’nın üzerinde yükseldiği topraklar,
bir zamanlar orada yaşayan milyonların mezarıdır.
Ama bu mezarların üstüne sessizlik örtüldü.
Avrupa, bu yıkımı “medeniyet getirdik” diyerek anlattı.
Oysa medeniyet, doğayla savaşarak kurulmaz.
Yaşamı yok ederek ilerleme olmaz.
Ben Amerika yerlilerine baktığımda,
kaybedilmiş bir dünyanın izlerini görüyorum.
Doğayla barışık bir yaşamın,
kâr hırsı uğruna nasıl yok edildiğini görüyorum.
Bu sadece geçmişin hikâyesi değil.
Bugün doğayı talan eden zihniyet,
dün yerli halkları yok eden zihniyetle aynıdır.
Bir sonraki bölümde, bu zihniyetin en çıplak hâlini;
Afrika’da insanın nasıl metaya dönüştürüldüğünü anlatacağım.
İsmail Erdal Emekli Eğitimci

Yorum Ekle