Doğayı Altınla Takas Eden İnsanlık: ”Geleceğimizi Satıyoruz”

0
147
İnsanoğlu, doğanın en zeki canlısı olduğunu iddia ediyor ama en çok ona zarar veren de yine kendisi. Şamanizm ve Budizm gibi kadim inançlar, doğayı kutsal bir bütün olarak görmüş, dağları, suları, toprağı, rüzgârı yaşamın ortak paydaşı saymıştı. Bu inançlara göre insan, doğanın efendisi değil; onunla uyum içinde yaşayan bir parçasıydı. Bugün ise o dengeyi para hırsıyla bozduk. Kutsal saydığımız toprakları maden uğruna delik deşik ettik, altının ışıltısına kapılıp geleceğimizi kararttık.
Madencilik adı altında yürütülen faaliyetler, yalnızca yerin altını kazmakla kalmıyor, toprağın ruhunu da öldürüyor. Ordu Altıntepe’de yapılan bir araştırmada, açık ocak madenciliği yüzünden 100 hektardan fazla orman ve tarım alanının yok olduğu, topraktaki karbonun binlerce ton azaldığı saptanmış. Karbon kaybı demek, toprağın verimini yitirmesi, erozyonun artması ve iklim dengesinin bozulması demektir. Türkiye’de 2024’ün ilk dört ayında bile 370’ten fazla yeni maden projesine izin verilmiş durumda. Her biri ormanı, suyu, toprağı biraz daha tüketiyor. Kazanılan altın ya da bakırdan çok, kaybedilen ekosistem değerinin hesabını kimse tutmuyor.
Enerji üretimi uğruna yapılan hidroelektrik santralleri de benzer bir yanılgının ürünü. HES’ler “yenilenebilir enerji” olarak sunulsa da, doğanın yenilenme gücünü yok ediyor. Irmakların doğal akışları kesiliyor, suyun kendi döngüsü bozuluyor. Akarsuların yatağında kurulan bu beton duvarlar, balıkların yaşam alanlarını yok ediyor, suyun altında kalan vadilerde yüzyıllık köyler sessizliğe gömülüyor. Tarım alanları sulama suyu bulamıyor, yer altı suları çekiliyor. Bir rapora göre Türkiye’deki açık kanal sistemlerinde suyun yüzde altmışı buharlaşma ve kaçakla kayboluyor. Böyle bir ülkede, suyun yönünü değiştirmek lüks değil, intihardır.
Tarım alanlarının betonlaşması da bu zincirin bir başka halkası. Verimli topraklar, “kalkınma” adı altında imara açılıyor. Her yeni yapı, toprağın nefesini biraz daha kesiyor. Avrupa genelinde yapılan bir araştırma, Türkiye’nin doğa ve tarım alanı kayıplarında en kötü durumda olan ülkeler arasında olduğunu gösteriyor. 2023’te çiftçilerin yüzde doksan yedisi ürünlerinde azalma yaşadığını bildirmiş. Kuraklık, iklim değişikliği ve su yetersizliği bunun başlıca nedenleri. Ancak en önemli sebep, insanın doymazlığı. Bereketli arazileri sanayiye, konutlara, madenlere feda ediyoruz.
Bu tablo yalnızca doğayı değil, kültürümüzü de yok ediyor. Şamanlar dağlarla konuşurken biz dağları dinamitle parçalar olduk. Budist rahipler sessizlikte dengeyi ararken biz sükûnetin içindeki sesi susturduk. Doğaya hükmetmeye çalışırken onun bize sunduğu yaşam dengesini kaybettik. Her kazma darbesiyle kendi köklerimizi koparıyoruz.
Artık şu gerçeği görmek zorundayız: Doğa olmadan ekonomi, üretim, hatta insan yaşamı bile var olamaz. Madencilikte, enerji üretiminde, kent planlamasında doğayı yok sayan her karar, kendi varlığımıza atılan bir imzadır. Bizden sonraki kuşaklara bırakacağımız şey, ne maden, ne beton, ne de enerji santrali olmalı; yaşanabilir bir dünya, solunabilir bir hava, bereketli bir toprak olmalıdır.
Doğa bize atalarımızdan miras kalmadı; çocuklarımızdan ödünç aldık. Şimdi o emaneti çarçur ediyoruz. Suyu altınla, ormanı betonla, toprağı kâr hırsıyla takas ediyoruz. Bu takasın kazananı insan değil, açgözlülük. Kaybedeni ise hepimiziz.
İsmail Erdal Emekli Eğitimci Muğla

Yorum Ekle