BİR SOFRA DÜŞÜ: İNSANLIĞIN KOPAN HALKASI

0
134
(İsmail Erdal – Emekli Eğitimci)
Müze salonunun loş ışıkları altında bir figürün önünde durdum.
Binlerce yıl önce yapılmış, toprağın altından çıkarılmıştı. Yedi insan figürü, el ele tutuşmuş, bir çanak etrafında oturuyordu.
Kilden yoğrulmuş bu küçücük eser, öyle derin bir anlam taşıyordu ki,
bir anda zaman durdu sanki… O ana bakarken içimden bir hayal geçti:
Kimsenin aç kalmadığı, kimsenin ötekileştirilmediği, savaşların olmadığı bir dünya…
Çatalhöyük te bulunan O figür, insanlığın ilk sofrasını anlatıyordu bana.
Birlikte yaşamanın, paylaşmanın, dayanışmanın en sade hâlini. Ne hiyerarşi vardı, ne üstünlük… Eller birbirine geçmiş, gözler aynı ateşe dönüktü.
O sofra, insanın doğayla ve birbiriy­le kurduğu en temiz bağın sembolüydü.
Neolitik dönemin insanı toprağı sömürmüyor, onu kutsal bir varlık gibi koruyordu.
Suya minnet, ateşe saygı, ekmeğe şükran vardı.
Ne zengin, ne fakir…
Toprağın bereketi, suyun serinliği, ateşin sıcaklığı ortaktı.
O dönem insanı, doğayı düşmanı değil, dostu bilmişti.
Bugün özlediğimiz o insanca düzen, belki de ilk kez o sofrada kurulmuştu.
Mülkiyetle Başlayan Kopuş;
Ama insan büyüdü, üretti, çoğaldı…
Ve bir gün, toprağın verdiğinden fazlasını elinde tutmak istedi.
O gün insanın içindeki denge bozuldu.
Paylaşmanın yerini sahiplenme, birliğin yerini bireycilik aldı.
“Bizim” diyen eller “benim” demeye başladı.
Mülkiyet doğdu; sonra da sınıflar.
Bir yanda alın teriyle üretenler, öte yanda o alın terini sahiplenenler…
Eşitlik halkası kırıldı.
Devlet, artık insanın değil, mülkiyetin koruyucusu haline geldi.
İnsan, kendi yarattığı sistemin içinde özgürlüğünü kaybetti.
Dayanışmanın yerini çıkar, emeğin yerini hırs aldı.
Ve insan, doğayla birlikte birbirine de yabancılaştı.
Kapitalizmin Kârı, Doğanın Çığlığı;
Zaman ilerledikçe o yabancılaşma büyüdü.
Kapitalizm, insanın vicdanını bile metalaştırdı.
Artık değer ölçüsü “insan” değil, kâr oldu.
Kârın olmadığı yerde vicdanın da sözü geçmezdi.
Yiyemeyeceği altınlar için dağlar delindi.
Verimli topraklar, zeytinlikler maden ocaklarına teslim edildi.
Sular zehirlendi, ormanlar yok edildi.
Doğa, bir kazanç nesnesine dönüştürüldü.
Ve her patlayan dinamit sesiyle birlikte
bir ağacın, bir kuşun, bir insanın nefesi kesildi.
Oysa toprak, parayla ölçülemeyecek kadar değerlidir.
Toprak, geçmişimizdir; geleceğimizdir.
Kapitalizmin açgözlülüğü insanı doğadan da vicdanından da kopardı.
Kızılderili bir bilge yüzyıllar önce insanlığa şöyle seslenmişti:
“Son ağaç kesildiğinde,
son nehir kirlendiğinde,
son balık öldüğünde,
paranın yenmeyeceğini anlayacaksınız.”
Bugün o sözün yankısı, dünyanın dört bir yanında duyuluyor.
Belki de insanlık, artık yeniden o ilk sofrayı hatırlamanın eşiğinde.
Birlikte Doğduk, Birlikte Yaşayabiliriz;
Yedi insanın el ele verdiği o figüre baktıkça
kendimi onların arasında hissediyorum.
Belki o sofrada ben de vardım bir zamanlar —
bir lokmayı paylaşan, bir bardak suyu bölüşen bir insan olarak.
O sofra bana şunu öğretti:
Gerçek uygarlık, gökdelenlerde değil;
bir lokmayı paylaşabilen yürekte,
bir ağacı kesmek yerine gölgeye dönüştüren akılda gizlidir.
İnsanoğlu doğayla savaşmayı bırakıp
onunla yeniden dost olmayı öğrenmedikçe,
ne teknoloji ne para ne güç insanı kurtarabilir.
Bir gün yeniden el ele verip o sofrayı kurabilirsek,
belki o zaman insanlık yeniden insan olur.
“Birlikte doğduk, birlikte yaşayabiliriz.”
Bu yazı, bir heykelin önünde başlayan bir düşünün izidir.
Yedi insanın kol kola verdiği o çember bana umut verdi.
Çünkü ben, İsmail Erdal, hâlâ o ilk sofranın yeniden kurulabileceğine inanıyorum.
Toprağın, suyun, ağacın, emeğin ve dostluğun yeniden kutsal sayıldığı bir dünya düşlüyorum.
Ve biliyorum ki insan, doğayla yeniden barıştığı gün,
kendi kalbiyle de barışacaktır.

 

Yorum Ekle