BİR DÖNEMİN SESİ: 1950’LERDE AMASYA’DA ASKER SEVKİYATI

0
1
1950’li yıllarda Taşova, Erbaa ve Amasya’da asker sevkiyatları, sadece bir askerlik işlemi değil; köylerin, ilçelerin ve ailelerin ortak yaşadığı toplu bir olaydı. Bu sahneleri çocukluğumda gördüm, yaşadım ve hafızama kazıdım. Bugün aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen o günlerin seslerini, yüzlerini ve duygularını hâlâ bütün canlılığıyla hatırlıyorum.
Askere gidecek gençler, köylerden tek tek değil, toplu halde uğurlanırdı. Sevkiyat günü, köylerde adeta bir tören havası oluşurdu. Delikanlılar erkenden hazırlanır, aileler helallik alır, dualar edilir, sessiz bir telaş köyün üzerine çökerdi. Anneler üzülür ama bunu belli etmemeye çalışırdı. Çünkü askere giden gencin morali bozulmasın istenirdi.
Gençler önce ilçelerdeki askerlik şubelerinde toplanırdı. Ardından Amasya’ya doğru yolculuk başlardı. O yılların burunlu otobüsleri, sevkiyatın en belirgin simgelerinden biriydi. Otobüslerin içi dolduğu gibi, üstleri de gençlerle dolardı. Ayakta, tavanında, bagajında yolculuk edenler olurdu. Bu yolculuk bir sevinç gösterisi gibi görünse de, aslında bastırılmış bir vedaydı.
Erbaa’dan çıkan otobüs Yeşilırmak Köprüsü’nü geçtiği anda kornalar çalmaya başlardı. Bu sıradan bir korna sesi değildi. Uzun, kesintisiz, acı bir sesti. Otobüs Taşova’nın içinden geçerken kornalar susmaz, gençlerin bağrışmaları yükselir, geride kalanların hıçkırıkları duyulurdu. Taşova’dan Amasya–Samsun yolunun tepesine kadar bu sesler devam ederdi.
Gençlerin attığı naralar bir neşe göstergesi değildi. Yakınlarının üzülmemesi için yapılan bir direnişti adeta. Anneler, nişanlılar, kardeşler gözyaşlarını saklamaya çalışırdı ama bu pek mümkün olmazdı. Sevinçle acı aynı anda yaşanırdı.
Amasya Tren İstasyonu, sevkiyatın son ve en hüzünlü durağıydı. İlçelerden gelen gruplar burada toplanırdı. Kalabalık artar, sesler birbirine karışırdı. Derken Samsun’dan gelen trenin düdüğü duyulurdu. O düdük sesi benim için her zaman hüzünlü olmuştur. Sanki tren bile bu yolculuğun bir veda olduğunu bilirmiş gibi acı acı öterdi.
Gençler trene binerken son kez bağırır, el sallardı. Anneler ise yakarışlarını sessizce yapar, gözyaşlarını tutamazdı. Tren hareket ederken düdük bir kez daha çalar, veda tamamlanırdı. O an istasyonda bir sessizlik olur, ardından ağlamalar duyulurdu.
Benim için tren, o günden sonra sadece bir ulaşım aracı olmadı. Tren deyince aklıma asker sevkiyatları, o acı düdük sesi, gençlerin haykırışları ve anaların gözyaşları geldi. Bu yüzden bugün bile bir tren düdüğü duyduğumda, çocukluğumun o sahneleri gözümün önünde canlanır.
Bu sevkiyatlar, bir kuşağın ortak hafızasıydı. O yıllarda askerlik, sadece bir görev değil; ailelerin yüreğine yazılan, seslerle ve gözyaşlarıyla hatırlanan bir yolculuktu. Ben bu yolculuğun tanığıyım ve unutmadım. Unutmak da mümkün değil.
İsmail Erdal
27.12.2025 Muğla

Yorum Ekle