Enver Seyhan
Ortak noktaları insanın yüreğini acıtmaları…
İnsanda yara bırakmaları…
“Gururlanma insanoğlu
Ölmemeye çare mi var?”
Bir yandan da:
“Gülerken de ağlandığını mutlu olanlar bilmez!
Saçlarına düşse de yüreğine ak düşmez!..”
Ömrümde çok fazla ölü gördüm ve ölü gömdüm. Kabre girmedim. İki kere morgdan cenaze aldım. Birini anımsıyorum; morg sanki çekmece gibi. Adını söyleyince çektiler ve cenazeyi verdiler. O yıllarda henüz otuzlu yaşlarımdaydım. İnsanların yaşam sırlarını, umutlarını ve beklentilerini bilmiyordum; belki de ehemmiyet vermiyordum. Babam, gençlik çağımdayken ölmüştü. Ölüm acısı içimde onulmaz, merhem kâr etmez bir yaradır o günden beri!..
Hayatın henüz başındaydım, çalışıyordum ve çocuklarım vardı. Elbette ölüm başa gelecek en nihayet; ölenin geleceğe dair umutlarının var olduğunu biliyordum. Son bir fırsatı olsa, geride kalanlarla neler konuşabileceğini tahmin etmek istiyordum. Karmakarışık darmadağınık duygular içinde, sorgular içinde kendimle mücadele ediyordum. Kimselerle paylaşmak zordur bazen fikirleri, acıları, hatıraları, yaraları; öylece kalır yüreğinde, mahpus olur. Aradan seneler, seneler geçer, gider. Fakat çok önceden okuduğum bir hikaye ile aşağıda geçen “alıntı” yazı birlikte, son tahlilde beni biraz gerdi, irkildim; kendimi sorguladım.
Ölümü sorgulamak ne haddine; yaşamı sorguladım. İnsanların hayata verdiği değeri sorguladım. İnsanların düşlerini ve hayallerini sorguladım. Ama bir gün bittiğini biliyorum; hem de hiç umulmadık bir anda!
Kadın genç güzel ve hasta. Orasını unuttum belki zengin. İnancı zayıf. Doktor dalında en önde. İnancı tam. İmanın ve İslam’ın şartları tahtında hayat sürmeye gayret ediyor. Kimine nasihatte bulunuyor; biliyorum kitap dahi yazıyor. Kadın onun bu durumundan haberdar oluyor ve “bana ögret” diyor. Dini, kitabı, peygamberi ve kuralları. Bilakis Azrail’i. Nasıl gelecek, korkunç mu olacak? Canımı nasıl alacak? Kadın o hale geliyor ki hasta halinde, gece yatağından kalkıp namaz kılmaya ve dua etmeye başlıyor. Zaman gelip geçiyor, süre daralıyor; kadın yüce Allah’a teslimiyette tam zirveye çıkıyor. Çünkü hastalığı ölümle burun buruna bir hastalık. Erimiş kuş olmuş! Dirayetli ve tevekkül sahibi. Doktorun bulunmadığı veya şehir dışında olduğu bir gün ölümle pençeleşmeye başlıyor. Azrail kadına görünüyor demek lazım. Ölüm döşeğinde yakınlarına şöyle diyor: “Doktora selam söyleyin, Azrail onun söylediğinden daha çok güzel.” Doktor, kadının öldüğünü haber alınca ziyarete gidiyor. Ailesi kendisini muştuyla karşılıyor. Çünkü hastasının selamını alıyor.
Doktorun bir kitabını okudum veya yarım okudum. Abonesi olduğum dergide de yazıları yayımlanıyordu; otuz beş, kırk sene önce. Bahsettiğim hikaye ise, daha sonra okuduğum bir hikayedir. Kendi dilimden anlatmaya çalıştım. Konunun özünden kopmadan özet şeklinde yazmayı denedim. Umarım muvaffak oldum.
Morg konusuna gelince:
(Bir “alıntı” yazıdır.)
“Beş yıl morgda görevli bir arkadaşım var.
Binlerce ölü beden gördü. Trafik kazaları, intiharlar, cinayetler…
Ona sordum:
-Seni en çok etkileyen ne oldu?
– 25 yaşında genç bir kız. Hiçbir yarası yok, sanki uyuyor. Yanında küçük bir not: “Anne, affet.”
– 40 yaşında takım elbiseli bir adam. Cebinde kızının fotoğrafı: “Dünyanın en iyi babası.”
Spor salonunda kalp krizi.
– Yaşlı bir kadın. Ellerinde kırışıklıklar, tırnaklarında torununun bir gün önce yaptığı desenli manikür.
– 25 yaşında bir delikanlı. Çantasında ders kitapları ve kız arkadaşına alınmış bir yüzük. Evlilik teklif etmeye hazırlanıyordu.
Hepsinin ortak noktası aynıydı.
Planları vardı.
Sinema biletleri, yarım kalmış mesajlar, “ekmek, süt, doğum günü için çiçek” yazan alışveriş listeleri…
Arkadaşım dedi ki:
– Zamanla bedenlere alışırsın ama yarım kalan hayatlara asla alışamazsın. O an anlıyorsun ki yaşamla ölüm arasında sadece bir nefes var!
Ölüm haber vermez. Sıradan bir günün, sıradan planların tam ortasında gelir.”
ALINTI
ES
30.09.2025