İdris Sayar – Eğitimci Yazar
Gece geldiği Çelikhan’ı, gündüz gözüyle ilk defa görüyordu. Güneş, karşıdaki bembeyaz karla örtülü dağın üstünde bir elmas gibi parlıyordu.
Otelin penceresi meydanı tam olarak görüyordu .Bir daireye benzeyen meydanın kenarlarında bir lokanta , bir-kaç kahvehane ve küçük çaplı bakkal dükkanları vardı. Dükkanlardan sonra çoğunluğu toprak damlı boz renkli evler yer alıyordu.
Sonradan adının Cumhuriyet Meydanı olduğunu öğrendiği alanın ortasında hiç yok demiyesilik küçük bir havuz bulunmaktaydı.
Kenarları toprak damlı evler ve kar yığınlarıyla ilginç bir görünüm arz eden caddenin sonunda okulu vardı .
Bu cadde, Çelikhan’ı boydan boya geçen Cumhuriyet Caddesi’ydi. Hafif bir yokuşa sardı . Elindeki bavulu giderek ağırlaşıyordu . Dizlerine kadar uzanan deri pardesüsü ile sabahın sert soğuğundan korunmaya çalışıyordu . Cadde bir türlü bitmek bilmiyordu. Kenarlarda küçük esnafların yer aldığı caddede düzlüğe çıkmıştı ama nefes nefese kaldı.
Hem okulunu görme ve göreve başlama heyecanı, hem de yolun uzunluğu kalp atışlarını hızlandırdı.
Ve Çelikhan Lisesi…Yamaçtan aşağıya doğru 25-30 civarında merdivenle inilebilen bir düzlükte, iki katlı, eski ve sarı bir bina. Bahçesinde, halı saha büyüklüğünde bir alan ve iki katlı , yıkılmaya yüz tutmuş betonarme bir yapı ile çaprazında 5 katlı öğretmen lojmanları.
Hayallerine sadece birkaç metre uzaktaydı, artık. Çatısı sacla okulunun demir kapısından içeri girdi . Hizmetli Mustafa onu “hoş geldin” diyerek karşıladı.
-Okulunuza yeni atanan öğretmenim.
-Tekrar hoşgeldiniz, hocam. Hayırlı olsun . Burası müdür odası, buyurun, dedi.
Hizmetli Mustafa efendi, kapıyı çalıp saygıyla açtı ve müdüre yeni bir öğretmenin geldiğini söyledi.
Görünüşe göre Okul Müdürü, iri yarı ama şık giyimli, güleryüzlü biriydi. Yerinden kalkarak içeri buyur etti.
Bahtiyar, kısaca kendini tanıtıp gösterilen yere oturdu. Fen Bilimleri öğretmeni olduğunu duyunca müdür biraz daha neşelendi. Kendisinin de branşının Fen Bilimleri olduğunu ve burada artık kendini evinde gibi hissetmesini söyleyerek Bahtiyar’ı rahatlatmak istiyordu.
Aslen bu ilçeden olduğunu ama çocukluk yıllarından beri ailesinin Malatya’da yaşadığını söyledi. İlçenin bir-iki Türkmen köyü olan Gölbağı köyünden olduğunu belirtti.
-Hemen göreve başlama yazınızı yazdırıyorum. Öğleden sonra da derslere başlarsınız, dedi.
Bahtiyar, içten içe kuşlar gibi seviniyordu .Memur Abuzer’e gerekli bilgiler verilerek göreve başlama işlemi tamamlandı. Ders programı yapıldı ve ilk ders, ilk heyecan.
O yıllarda ortaokul ve liseler, aynı binada eğitim-öğretim yapıyordu .Orta 1’den başlayan öğrenci, lise son sınıf o-lan 6.sınıftan sonra mezun oluyordu. Bahtiyar’ın dersleri de orta 1’den, lise son sınıf kimyasına kadar çok geniş bir yelpaze oluşturuyordu. Orta 1-2-3 Fen Bilimleri, lise 1-2-3 kimya…
Bahtiyar için zor , meşakkatli ve bir o kadar yüce ve kutsal bir görev süreci başlıyordu.
Olsun, çok sevdiği vatanına , milletine , ülkesinin çocuklarına hizmet edecekti…Bu , herkese nasip olmaz, diyordu.
Öyle değil mi … ?
44 yıla yaklaşan bir süreç başlamış oluyordu. Bu süreçte 24 farklı M. E. Bakanı, 4 il, 7 ilçe, 18 değişik okul gördü. Çok güzel insanlar, anılar biriktirdi. Binlerce Anadolu çocuğuna elinden gelen en büyük gayret ve fedakarlıkla eğitim verdi.
Elbette bu kadar değil. Soruşturmalar, cezalar, sürgünler yaşadı. Birçok haksızlığa maruz kaldı.
Hiç eğilmedi, boyun eğmedi.
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem “
Özetle hayat felsefesi buydu.
Onu tanıyanlar bilir ki, dik başlı, onurunu , değerlerini tavizsiz koruyan, ödün vermeyen , -kime ve kim tarafından yapılırsa yapılsın- haksızlığa her zaman baş kaldıran bir natura ve mizaca sahipti.
Kimilerine göre de dik kafalı, sert mizaçlı olarak görüldüğü de söylenebilirdi. Buna hiç hayıflanmazdı.
Meslek hayatında, büyük mutlulukların, sevinçlerin yanı sıra, dayanılması zor acılar da yaşamıştı. Bazen çok sevdiği okulundan, arkadaşlarından ve öğrencilerinden “sürgün” edilerek ayrılmış, çok sevdiği bazı arkadaşlarını ve öğrencilerini apansız kaybetmiş, en son can paresi oğlunu kendi elleriyle toprağa vermenin büyük hüznü ile dünyaya küsmüştü.
O, bir emekli artık .
Her ne kadar, “ Ağaçlar ayakta ölür “, eğitimciler emekli olmaz deseler de…
Yorgun bedeni ve kalbiyle yaşamaya devam ediyor.
Not: Tamamen hayal ürünü bir hikâyedir.
03.Aralık, 2025 Amasya




