Sapsarı ayçiçekleri, doğaya muhteşem bir renk katıyordu . Ağustos ayının o bunaltıcı sıcağında, vilayete doğru ilerliyordu, minibüsleri. Yol kenarlarında mor çiçeklerini açan hayıt bitkileri ona çocukluğunu hatırlattı.
İçinde tanımsız bir sevinç ve heyecan vardı. Muhtemelen bugün–yarın baba olacaktı. Zor ve sıkıntılı bir süreç. Çocuğum sağlıklı bir şekilde doğsun. Eşim fazla acı çekmeden anne olabilmenin mutluluğunu yaşasın, diye geçirdi içinden.
Vilayetin eski hastanesinin önünde bunaltıcı , stresli ve heyecanlı bekleyiş başlamıştı. İçerde hastası olan yakınları , acil servisin önünde duvara monte edilen televizyonda akşam haberlerini izliyordu. Herkes birden kulak kesildi. ”Saddam, Kuveyt’i işgal etti” diyordu, sunucu. Şaşkınlık kısa sürdü ve yorumlar, ileri geri konuşmalar arasında Bahtiyar, eşinin durumunu merak ediyordu. Aklı hep ondaydı.
Doğum katının penceresinin altında ileri – geri yürüyor, üst üste içtiği sigaraların birini söndürüp diğerini yakıyordu. Beklenen haber nihayet geldi. Pencereyi açan sarı saçlı bayan hasta :
-Abi, gözünaydın ..! Oğlun oldu…
“Allah’ım ,bu ne güzel bir haber…” dedi, içinden.
Yüreği yerinden fırlayacak gibi çarpmaya başladı. Oğlunun yüzünü görmek istiyordu. Bitmek bilmeyen bir zaman başlamıştı. Heyecandan titremeye başladı. ”Eşiniz de iyi“ dedi, titreyen sesiyle.
Artık, kocaman bir ailem var diye seviniyordu, Bahtiyar. İnanılmaz bir rüya gibiydi, olup bitenler.
Hastanenin merdivenlerini üçer-beşer çıkıyor. Bir an önce oğluna kavuşmak ve eşini görmek istiyordu.
İşte, o an.
Melek kadar güzel yüzüyle oğlu, bir kundağın içine sarılı vaziyette kucağına verildi . Kelimeler boğazında düğümlenmişti. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordu.
Onu kucağına aldı, kokladı, bağrına bastı .
Baba olmak buydu, demek ki…Belki de anne olmak kadar değilse de muhteşem bir duyguydu. Eşine döndü ve:
-Geçmiş olsun, nasılsın? diyebildi… Zor bir hamilelik dönemi yaşamıştı ama buna değerdi.
“Bir Türk adı olsun oğlumun adı” dedi, Bahtiyar.
Alptuğ dediler, adına.
Yıllar yılları kovaladı. Alptuğ büyüdü. Okullar okudu. Üniversiteler bitirdi. İşsizlikle boğuştu. Stresli zamanlar yaşadı. Onurlu bir delikanlıydı. ”Elin ekmeğiyle yaşayan kurt kahrolsun” diyenlerdendi.
Onurlu bütün Türk gençleri gibi işsizlikten bunalan çocuklarına bir şey de diyemiyor, içine atıyordu Bahtiyar.
Alptuğ, büyük mücadelelerden sonra sınavını kazandığı bir kamu kuruluşunda işe başladı. Bahtiyar da rahatlamıştı . Sıkıntıları azalmıştı. Sırtımı rahatlıkla yaslayabilirim, artık diyordu.
Bahtiyar da çok sevdiği öğretmenlik mesleğinde 40’lı yılları devirmenin yorgunluğu ile emekliliğe gün sayıyordu.
Telefondaki ses, ”Oğlunuz Alptuğ, hastaneye kaldırıldı, hemen gelmeniz lazım“ dedi.
Bahtiyar, acıyla ünlendi.
-Ne yani, oğlum gitti mi ? Kaybettim mi onu ? Siz ne diyorsunuz yav?
Telefon elinde , olduğu yere çöktü. Çaresiz, çevresine bakındı. Yüreğine saplanan derin acıyla ağlıyordu.
“Allah’ım ! Bu nasıl bir şey ? Ve neden? “
Anlamsız ve cevapsız sorularla boğuluyordu . Biricik oğlunun doğduğu, onu ilk gördüğü anı gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti. Onu kaybetmek ne demekti? Bunu yüreğine nasıl anlatırdı? Yüreği buna inanır mıydı ?
Canparesi oğlunu bir daha göremeyecek olması, kederden çıldırtıyordu, Bahtiyar’ı… Kör kuyulara düşmüş, debelenip duruyordu. Kederlerin en koyusu ile baş başa kalmıştı. Bir kaç vefalı dostu da olmasa kendisini tamamen yapayalnız hissedecekti. Oysa, iyi günlerinde ne kadar da dost görünümlü insan tanımıştı. Birdenbire yok olmuşlardı.
Bir şarkı mırıldandı. ”Böyle mi esecekti, son günümde bu rüzgâr… Bütün kuşlar vefasız, mevsim artık sonbahar “
Uyumak ve sonsuza kadar bir daha uyanmamak istiyordu.
Ne mesuddu, ne de bahtiyar. Bahtiyarlığı adı ile sınırlıydı. Bahtı ona yâr olmamıştı.
Üzgün ve soluk yüzüyle etrafına anlamsızca bakındı, olanlara akıl sır erdiremedi.
Bir sigara yaktı, dumanını savurarak yürüdü , gitti..
Bir bilinmezliğe doğru gittiğinin farkındaydı.
Aldırmaz görünerek kalabalığa karıştı.
İdris SAYAR
13.Aralık,2023-Amasya